4.01.2011

En Güzel Gül'e Yar Olanlara...


En Güzel Gül'e Yar Olanlara
Gül'e Gönül Verenlere
Binlerce Selam Olsun

Sevdam seni nasıl anlatsam nasıl söylesemhangi yaman sözcükleritesbih taneleri gibi dizsem de seni cümlelere döksem…Adına mevlitler yazılmış güzelliğine kasideler sunulmuşken… Kelimeler kifayetsiz bir durak…Ben ise suya düşmüş yaprak kadar çaresizken …Seni nasıl anlatayım Ya Rasulallah…

Meleklerden işittim şanını dünyaya gelmeden evvel…Yüce ALLAH’ın “Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım.” dediğisin yaratılış sebebim nefes alışım.ALLAH’ın tecellisi olan güzelliklere kimi zaman akla durgunluk veren bir edayla dalışım .Kimi zaman hayranlıkla taa yürekten bir çift kömür gözle bakışım…İlahilerden dinledim seni.Ne ihtişammışsın ki doğduğun gece o Asude nisan gecesi bütün dünya göklere dek NUR ile bezenmiş.Ne büyük bir aşk ateşiymissin ki uğrunda bin yıldır yanan ateşler sönmüş .Sündüs'i altın işlemeli ipek kumaşlarla döşemiş Amine Hatunun döşeğini...Melekler birbirine seni müjdelemişler ALLAH’ın izniyle…

ALLAH’a bir davetçi ışık saçan bir kandil olarak gönderilmişsin.

Ey Bâki Sultan sensin beni ALLAH’a ulaştıracak olan.Seninle fark ettim iki cihanın görkemini.Hasretinle dolu bir yolcuyum şimdi Hırkanla şereflendirdiğin Veysel Karani olmaya aşkım yetermi bilemiyorum.

Ama sevginden kızarmış bir mısra gülüm şimdi.Güneş vurdukça kavrulan kalaylı bahçelerde sana açıyorum sana susuyorum.Ümmetin girmedikçe Cennet kapısından içeri girmeyen sensin …biliyorum.Yudum yudum merhametini tadıyorum uzayıp giden gurbetlerde Sakal-ı Şerifini izliyorum camilerde mescitlerde…

Seni düşünürken yüreğim yırtılıradını zikrederken sesim boğulurismini yazarken ellerim titrerse ne olur bilki Ya Resulallah aşkımın tarif edilmez gücündendir…

Evet Sevdam ben seni tarif edemem.Ama son nefesimde Cenab-ı ALLAH’ı ve senin gönlüme Nur ile yazılmış adını zikretmeyi dilerim.

Mecnun Değilsen Sus!!!

Mecnun Değilsen Sus!!!

Göğe asılı bıraktığın bu sağnak, nice gönül tarlalarından 'hû' filizlendirdi.
Kâinat vecde durdu. Ve... dünya elifle dönüyor, yürekler elife dönüyor.
Aşk vesile...
Dünyaya alıştım alışalı, denizi çakıl taşlarından tanıdım.
İçimde ney seslerini büyüttüm. Belli ki yine bu ıssız limanda fırtına kopacaktı. Bir muammalı vakitti oysa ki yalnızlıklar.
Aşkın tarifini sordum göçmen kuşlara. Dediler göç... Dediler yanmaktır yaklaştıkça... Onun kaynağından tadan divanedir. Sonra...
Sonra bir şair kesti yolumu... En yüce bir düştür benim aşkım. Görmeye değmez ki küçük düşleri dedi ve ekledi: Mecnun değilsen sus!..
Bense güneşlerin kol gezdiği ufuklar hayâl ederdim alkımlı dünyamda, aşka dair...
Düşlerim en kudsî duygularla bezenmişti oysa.
Meğer küçük düşlerle avunmuşum...
Muhayyel sevdalar buruyor yüreğimin pencerelerini. Herbiri tül, herbiri hür.
Hiç dokunulmamış, hiç yaşanmamış. Hikayelerine hayâl meyal tanıklık ettiğim...
Bu efsane hikayeler sürüldü masama. Bense özgün sözlerin tadına alışıktım.
Benim taatım, tahiyyatımdı Rab'le...
Dünyanın perdesini şöyle bir aralayınca, aşka dair birçok şeyin öylesine ortalığa savrulmuş olduğunu hissettim ki; tanınmayacak haldeydi.
Kadın olmuştu, para, makam, nefs, hırs, menfaat, sömürü olmuştu. O kutsalı aralarından arındırmak öylesine zordu... Kalan son sevgi sözlerini topladım avucuma.. doldurmuyor bile! Dilden çıkıp, ancak kulağa kadar varabiliyordu; yüreğe değil...
Aşka belki bir adım, belki asırlar vardı ama sevgiyi diri tutmaktı, yaşatabilmekti esas olan. Ucuzcular pazarından kurtulup, sultanlar sofrasına hizmetli olabilmekti...
İflah olmaz âşık kisvesini giyebilmekti. Gönülde maya tutup aşka,
onu göklere armağan edebilmekti..
uçurtmalara...
Celâl-i Didar'a yâr olabilmekti benim en gerçek düşüm... Sen ezelî ve ebedî, arzsız ve arşsız, cennet ve cehennemsiz, öylesine bir sevdasın ki diyebilmekti...
Mevlânaca bir tavır koyabilmekti. Naz makamına ulaşmayı gönül hedefinin tam ortasına yerleştirebilmekti
Ruhum firdevslere kayarken, dünyanın sahte makyajı bulaşıyor yüreğime.
Her renk bir adım daha ulaşılmaz kılıyor seni.
Kalbimde bir dünya kurup, binbirinin yıkılışını venüs bardağında
seyretmek gibi bir şey sanırım ulaşılmazlığın...
Ey ulaşılmaz Matlubum!..
Hırçın dalgalar Kahhar ismini vuruyor dünya sahiline, güller Cemal isminle raksa başlıyor bir seher, kuşlar Nur ismini zikrediyor bir şafak kızıllığında...
Bense Vedud coğrafyanda, 'seven' şahsında talibi oynamaktayım.
Belki adaylığın adaylığına bile lâyık değilken;
Bende Mecnun'dan füzun âşıklık istidadı var,
Âşık-ı sâdık benim, Mecnun'un ancak adı var... diyebilme cüretkârlığına koşmaktayım...
Belki sadece içimdeki boşlukta çırpınıp durmaktayım...
Ey Rab! Sana ulaşamamak sensizlikte kaybolmak nedir, anlatayım mı?..
Kum fırtınasında, çölde, sağanaklara âşık olmaktır!...
Dünya elifle dönüyor, yürekler elife dönüyor...
Aşk...

Kalemime sordum,sevgi nedir..?

Kalemime sordum,sevgi nedir..?


Kalemime sordum,sevgi nedir..?
SEVGİ..

Küçük bir tebessüm’dür..

Annenin söylediği ninni dır bazen..

Kırlarda kırmızı bir gelinciktir..

Bülbülün nağmeleri..

Gülün dikenleridir..

SEVGİ..

Yusuf’un gömleği..

Yakup’un sabrı…

Ferhat’ın azmi..

Aslı’nın izdirabı…

SEVGİ..

Veysel Karani’nin hasreti..

Bir çocuğun uçurtmasıdır ,tellere takılan…

Ve kırılmış bir güvercin kanadıdır..

Yetim gencin umududur…

SEVGİ..

Hastanın ilacıdır..

Bir pınardır sevgi,içer-içer kanamazsın…

Bir yürek çarpıntısı,bazen sıradan, bazen de vazgeçmediğin..

SEVGİ..

Yağan yağmur’dur,Rahmettir,berekettir..

Sevgi gökkuşağıdır..

Sevgi,hayatın tadıdır..

Sevgi,kalplerde açan çiçek..

Sevgi,gözlerde ki ışık…

Sevgi,bir güneş ruhlarımızı aydınlatan..

Sevgi,bir ırmak çağlayan..


SEVGİ..

Bizleri sevgilerin Sahibine götüren HERŞEYDIR..

Sözüm ağlıyor yağmur misali...







  • Sözüm ağlıyor yağmur misali... 
    Sözüm ağlıyor yağmur misali...
    Topluyorum kırık hecelerimi bir bir düşlerimden. Zincirin halkaları misali ekliyorum kalbimden  merdiven basamakları gibi ilerliyorum.
     Adımlarım adımlarının izlerine karışıyor. Her bir basamak seni yad ediyor gönlüme... O muhteşem güzelliğinin esiri oldu tüm varlığım.
    Baktım su misali sana doğru bir yolculuk başladı...
    Sevdan evla oldu bütün sevdalardan. Geride bıraktım bütün nağmeleri feryatları  sende zaman sende mekan sende giz olmaya geldim. Sana olan hayranlığım sevdana tutsak.
    Sensiz bırakma bu garibi, ben yoksunum seni tarif etmekten  nakısım.
    Sen ikmal eyle kölendir gönül kapında bu gönül.
    Sevdamı öksüz bırakma bırakma beni ben bildiğim  çağırmanı bekliyorum...

    Can'a...

    Can'a... 
    Sabr edelim gönül ne gelir elden
    Sabırlı kulunu sevmez mi sultan
    Yusuf'u kurtardı kuyudan gölden
    Biri SABIR biri ŞÜKÜR bir DUA

     (Pir Sultan Abdal)


    Biliyorum ne kadar çok yazarsam yazim,hep eksik kalacak cümleler seni anlatmaya.....

    Diviti ve hokkayı elime alıp şairane bir uslupla anlatabilirmiyim yüreğimdeki yerini...Ya da yürekten dökülen sözleri hoyratça serpiştirebilir miyim beyaz sayfalara....

    Anlatamam...

    Bak işte seni yazmaya kalkmak bile yüzüme kocaman bir tebessüm kondurmama yetiyor...

    Biliyor musun can...

    Ben en çok senin çocuk yüreğini sevdim...Ve ben en çok seninle düşlerimize uçurtmalar uçurtmayı sevdim...Senin uçurtman pembe benim ki yeşil...Aramızda ki onca mesafeye inat yaramazlıklar
    yapmayı çocuk olmayı ve doyasıya şimarmayı sevdim...Beraber geçirdiğimiz vakitlerde çayımız
    hüzün deminde şekerimizi umut tadında paylaştığımız uzun uzun koyu muhabbetleri sevdim...

    Çok uzak kentlerde sesini kimselere duyuramadığın zamanlarda, bütün acılara özlemlere ve onca badireye karşı kaderine EyvaALLAH deyip ayakta dimdik duran anne yüreğini sevdim...İşte bu yüzden seni hep kavak ağaçlarına benzetiyorum..Küçük rüzgarlarda sağa sola savrulan
    ama zemheri fırtınalarda asla yıkılmayan ayakta dimdik duran kavak ağaçlarına...


    Söyler misin can...

    Bir gün arınırmıyız acılarımızdan...

    Kırarmıyız tutsak yüreklerimizdeki zincirleri...

    Bırakırmıyız uçurtmaları masmavi gökyüzüne...

    Ve güneş bir gün bize de göz kırpar mı...

    Hayatı yaşanabilir kılmak adına,,, tek ve en güçlü silahımız " Dua'larımız ve Sabrımız " ve biz biliyoruz ki, sıkıntılarımızın anahtarı, dualarımızda...
    gücümüz, sabrımızda gizli...

    ,,,,,,,,,Ve RABB'den gelen herşeye Amenna...Dualarımdasın,Dualarında yer bulmak ümidi ile...

    Müşk-i Aşk !

     Müşk-i Aşk !
    Bir Aşk dilensem !
    İman cilvesi ile İmran Peygamberin Eşi Hanne'nin Duası kadar samimi
    Aşk Yolunda feda edeceğim hizmetkâr edeceğim Bir Aşk ..
    Dünya güzergahında gelipte geçici olmayan Fanilikten uzak bakiliği sırtına almış

    Çileyi ; libasına yama yapmış bir Aşk..
    Bir Aşk Dilensem Yusuf kadar güzel olsa..
    Kuyulara atılsa zindanlara koyulsa da ümit kesmese vuslattan..
    Dünyada Ukbayı tatsa..

    Varlıksız varlığım senin mülkünde can bulsa...
    Bir Aşk dilensem İbrahimi Dost kadar
    Hem Nur olsa hem Nâr !

    aydınlandığım kadar yansam yandığım kadar aydınlık olsam
    Tenim Gül bahçesine düşse Ruhum kalbim ateşine gark olsa..
    Bir Aşk dilensem Hamza Oluversem yiğit gözü Kara
    gördüğü Hiç birşeyden Korkmayan bir Hamza..!


    Sonra Aşk uğruna Vahşilerce Parçalansam Uhud meydanlarında..
    Bir Aşk dilensem Önce Ümeyyenin Kölesi olsam cahiliyye zamanlarımda
    Sonra Bir ''EHAD'' ugruna Bilal'ce kızgın kumlara yatırılsam
    Kayalar Koysalar bagrıma ''Ehad ! Ehad'' Diye Aşk dolsam
    Neden sonra En güzeli Olan Peygamberin Oku Buyruğu ile
    Dirilsem Bilal'in ezanında..


    Bir Aşk dilensem Musab'ın öğretmenliğinde öğrensem okumayı yazmayı
    parçalansam sonra tanınmaz hale gelsem savaş meydanlarında
    Dünyanın zenginliğinden beri olsamda üzerime kefen bulunamasa..
    Bir Aşk dilensem!

    Sağgımdaki Konuşurken Solumdaki Çığırtkanlık yapsa
    Ölsem sekerat halinde İmanımı tazelese ab-i hayat
    Dirilsem Kevserinden İçsem kana kana
    Tesnim Irmağına yaklaşsam Yakinimsin diyen Nidalarla
    Bir Aşk Dilensem !

    Ve Cuma Olsa ...

    görsem Cemâlini Bayramım Olsa..!

    ( amin )
     
     
       
       KayboLmak!!!

           

    Kaybolmak; Hayat ekseninde...

    Yaşamla ölüm, varlıkla yokluk, konuşmakla susmak arasında bütün zıt kavramların yanyana durduğu bir ahval içinde

                                                                        “Kaybolmak”   



                   
       
    Ne zordur bilir misin yarınları umutla beklemek varken, daha gelmeyen yarınlardan bıkmak usanmak...
    Anladım ki,
    Acılar dipsiz bir kuyu…



    İşte yine suküt düştü payıma…



    Sonra ,,
    Sonra yağmurlar yağdı hüzün gecelerine…
    Boncuk boncuk…
    Renkler  solmuş…
    İçimdeki çocuk küsmüş…



         

    Oysa ; çok şey istemedim hayattan… Bir şefkat karesiydi,  tüm umudum…


         


    Herşeye rağmen inatla dik tutuyorum başımı...
    Ve sarılıyorum Dualarıma...
    Dua Dua Dua...
    İçten mi İçten...


    İnşirah RABB’im yüreğimin siyahına bir parça İnşirah…

     İçindeki kapıyı çal!!!

    Kime sorsam Mutlu musun? diye bir solukta evet cevabı alamıyorum. Önce bir düşünüyor ve Mutluyum. Ama diye devam ediyor.

    Eğer bir cümlenin içerisine ama girmişse, bir tarafta bir şeyler eksik kalmış oluyor. Ama kelimesi bağlaç değil aslında. Yani bir şeyleri birbirine bağlamıyor; tam tersi ayraç rolünü üstleniyor. Mutluyum. Ama dediğinde ama dan önce söylediğiniz hiçbir şeyin anlamı kalmıyor.

    İnsanların birçoğu mutluluğun hemen arkasına ama ekleyince bir yerlerde bir şeylerin eksik kaldığını hissediyorum.

    İyi günde, kötü günde insanların yaşam sevinçlerini koruması ya da koruyabilmesi sağlıklı bir ruh halinin en belirgin göstergesi.

    Sağlıklı bir ruh haline sahip olmak için insanın önce içindeki kapıyı çalması gerekiyor. Tıpkı Mevlana;nın dediği gibi: İçindeki kapıyı çal; başka kapıyı değil...

    İçindeki kapıyı çalınca kendinle yüzleşirsin. Önce şu soruyu sorarsın kendine: Ben kendimi ne kadar seviyorum?

    Hakikaten kendimizi ne kadar seviyor, koruyor ve dikkat ediyoruz? Sabahları uyandığımızda, o günün kalan ömrümüzün ilk günü olduğu bilinciyle, önce aynadaki insana tebessüm edebiliyor muyuz?

    Sonra tekrar çalın kapıyı. Başkalarını ne kadar seviyorsunuz? Başkalarını severken cinsiyetine, ırkına, diline, dinine, kıyafetine ve rengine bakıyor musunuz? Yoksa Allah yarattı! diyerek, insan olduğu için onu seviyor ve yüreğinize basıyor musunuz?

    Kapıyı tekrar çalın ve sorun kendinize; Ait olmayı seviyor muyum? Evet, ait olmayı sevmek. Sağlıklı bir ruh halinin önemli bir diğer göstergesi.

    Ait olmak. Kendinizi evinize ait hissediyor musunuz? Eşinize, mahallenize, apartmanınıza, sokağınıza .. Eğer ait olmayı sevmezse insan mutlu olamaz. Mutlu olamayınca da sağlıklı bir ruh hali sergileyemez.

    Evet, ne kadar aitsiniz dünyaya ve ait olduğunuz için mutlu musunuz?

    Sonra kapınızı yine çalın ve yeniden çalın. Çalışmayı seviyor musunuz? Kendiniz için, şehriniz için, ülkeniz için, dünya insanlığı için çalışmayı. Bir insan eğer çalışmayı sevmiyorsa mutlu olamaz dünyada ve sağlıklı bir ruh hali sergileyemez.

    Tekrar içimizdeki kapıyı çalalım ve soralım: Ne kadar inançlıyım? Neye, niçin, ne kadar ve ne kadar samimiyetle inanıyoruz? Bir şeylere inanmak sağlıklı bir ruh halinin diğer bir parçasıdır.

    İnançlı olmak, iyi kötü günü kabul etmektir. İnançlı olmak suçlamamaktır. İnançlı olmak, başka inanç ve insanlara saygıdır, tahammüldür, hoşgörüdür.

    Sonra tekrar iç kapına yönel ve sor: Hayallerim var mı? Onları betona mı gömdüm kuma mı?

    Hayal yoksa umut yoktur, mutluluk yoktur. Hayallerinizle yüzleşin, sınırlarını zorlayın hayallerinizin Size yetişmese bile başkalarına fayda sağlayacak hayallerinizi büyütün.

    Yaşlı Nasreddin Hoca yol kenarında portakal ağacı dikiyormuş. Gelen geçen de acıyarak bakıyormuş Hocaya. Biri dayanamayarak sormuş: Yahu Hocam, meyvelerini yemeğe ömrünün yetmeyeceği bir ağacı neden dikmeye çalışıyorsun?
    Hoca doğrulmuş: Ömrümün yetip yetmeyeceğini Allah bilir. Ama ben de sen de ömrü bu günleri görmediği halde fidan dikenlerin meyvelerini yiyoruz.

    Evet Yanlış yerde yanlış kapı çalmayın. İyi günde, kötü günde yine gülümsemek için içinizdeki kapıyı çalın...
     
    'AŞk Olsun ''!!!

                      -------------------------------------------------------------------------

    Okuduğum latif bir yazıdan anlaşıldığına göre Tasavvufta şöyle güzel bir adet varmış:

    Dervişin biri, yine bir dervişler topluluğu içerisine gelip, selam vererek oturduktan sonra, topluluk gelen dervişe
    "Merhaba!!" yerine "Aşk olsun!!" dermiş... Derviş de "Aşkınız cemal olsun efendim!!" diye mukabele edermiş...
    Bu sefer topluluk "Cemaliniz nur olsun!!" dediğinde,
    derviş "Nurunuz ayn olsun!!" dermiş ve böylece selamlaşma bitermiş....

    Tasavvufta aşk o derece içselleştirilmiş, o derece özümsenmiş ki....
    Selamlaşma bile aşk üzerine kurulmuş...
    Tasavvufta bütün diyalogların böyle kalbi incelikler içerisinde cereyan etmesi ne kadar hoş değil mi?....

    Bir de günümüzdeki selamlaşma diyaloglarını düşünün....

    " - Nabers lan !!"

    " - Selam moruk !!"

    Tasavvuftaki aşk anlayışı, elbette "televole aşkı" türünde bir aşk anlayışı değildir...
    Günümüzde, bir çok temel kavramda olduğu gibi "aşk" kavramı da "kavram kargaşası" içerisine sokularak, gerçek anlamından kopartılmış ve çok daha farklı anlamlarda kullanılır olmuştur.... Artık yaşanan bazı edepsizliklerin bile "aşk" olarak nitelendirildiği hepimizin malumudur....

    Yine bahse konu yazıda; Tasavvufta "Aşk nedir"diye sorulsa, "Aşk, Maşukun rızasıdır"cevabının alınacağı kayıtlıdır.... Kanaatimce "aşk", en kısa ve öz olarak ancak bu şekilde tanımlanabilirdi...
    Maşuk ise, hakiki aşkta elbette Allah'tır...
    Düşünceler davranışları, davranışlar da düşünceleri etkiliyorsa; ve insan... ki onun ruhi, fikri ve hatta bedeni yapısı böyle bir etkileşim sonucu şekilleniyorsa; Tasavvufun, hayatın her bir anını hiçbir boşluk bırakmadan neden çepeçevre kuşattığını çok daha iyi anlıyorsunuz.... Velev ki, bu bir selamlaşma anı olsa bile.... Boşluğa asla izin yok.... Size atılan "irtibatı koparmayalım" formatı dolayısıyla, siz artık bir pergelsiniz.... Bir ayağınız olması gereken noktada sabit, diğer ayağınız yetmiş iki milleti dolaşmakta.... Ama irtibatı koparmadan... Boşluk bırakmadan ....

    Yukarıdaki selamlaşmada dikkatimi çeken en önemli husus, selamlaşmayı sona erdiren "Nurunuz ayn olsun" cümlesidir....
    NURUNUZ AYN OLSUN !!! ..Belki bir kaç farklı anlamda açıklama yapmak mümkündür amma, benim kalbime gelen şudur: Aşkın yüz güzelliği olması ya da yüze yansıması temennisine, yüz güzelliğinin nur olması ve nihayet, nur ile görmek ya da bakışın nur olması temennisi dile getirilmektedir. İşte tam bu noktada hemen, Peygamber Aleyhisselamın " Müminin ferasetinden sakınınız; şüphesiz o,Allah 'ın nuruyla bakar." şeklindeki sözlerini hatırlamamak mümkün değildir....


    Hepinizi Allah'ın selamıyla selamlıyor ve diyorum ki!!!

     AŞK OLSUN !!!..

    Sabret_Gönül_Şurda_Ne_Kaldı_Karşı_Kıyıya




    Sabret_Gönül_Şurda_Ne_Kaldı_Karşı_Kıyıya

    Ey gönül, hayat süprizlerle doludur . Kimi zaman saadeti kaybetmenin hasretiyle kavrulurken , kimi zaman da ummadığın bir saadetin tebessümüyle sürur bulursun .Çektiğin ıstıraplar , elemler ve tarifsiz kederlere sabretmenin ateşiyle pişer,bir zaman sonra o ateşte lezzet bulursun.

    Bu yüzden ey gönül ,ateşten korkma ! Sabrın sineleri yakan o lahuti ateşinde piş ki , lezzet bulasın . İşte ey gönül , çoğu bela ve musibetlerin değişmez kaderimiz olması , bütün çabalarımıza rağmen korku ve endişenin o muziç çemberi içinde sabra mahkum edilişimiz , bu diyarda hep böyle mahzun kalışımız hep bundan : Güneş yakacak , meyveler sabırla olgunlaşacak ...

    Tohum toprağın derinliklerinde sabra mahkum ; sen dünya denen şu çileler ,elemler , ayrılıklar ,hasretler yurdunda ...Tohum , bir müddet toprağın karanlıklarında kalmaya tahammül edecek. Çürüyecek ; çürürken , canını toprağa katarken sabredecek , sabrın acısına katlanacak , sonra f,iliz verecek , hasretini çektiği gün ışığına kavuşacak , bir ağaç olacak , gökyüzünü kucaklayacak .

    Sen de öylesin ey gönül !
    Sen de korkunun , endişelerin , elemlerin zindanında kalmaya tahammül et. Acılara katlanmanın , nice nimetlere hasret yaşamanın ateşinde pişecek , lezzet bulacaksın . Hayat bulmak ,hayat vermek için ...

    Ey gönül ,acılara sabret . Çünkü onlar seni kahretmek için değil ;sınamak , terbiye etmek , kemale erdirmek için gelirler ;Hem de geçicidirler ,ebediyen kalmayacaklar . İmana ve ümide sarıl . Bil ki hiçbir gece ebedi değil ; her karanlığın sonunda bir fecir saklı .

    Alemlerin Rabbi ' ne Celle Celâluhu ,kalbin sahibine kulak ver ey gönül . Sabrı öğren , gayesini anla .Ne olur , gözlerin yaşarsa da , dilin ancak Rabbi'nin razı olduğu söz söylesin . Bu yaşlara katlanmayı bil ey gönül , varacağın menzil hatırına . Düşün ey gönlüm , onları sana yönelteni düşün ... Bu kutsi çileleri Tanrı misafirleri olarak ağırla .Müminlerin o sözüne bütün ruhunla katıl . Bunu diline vird et , aradığın her teselli onda saklı : " Onlar ki ...Onlara bir musibet isabet ettiği zaman şöyle derler : Biz Allah'a aidiz ve elbette sonunda O'na döneceğiz. " (Bakara süresi 156 ) Ve Peygamberini , Peygamberleri düşün . Sabır onların ahlakı . Bak , Yusuf'undan ayrı düşen gözü yaşlı Yakup Peygamber nasıl sabretmiş .Hz. Eyyub a.s. sabır ateşinde nasıl yanmış . Ve o sevgililer sevgilisi , ve O'nun mübarek sahabileri ...Hüzün yıllarında , Şibi muhasarasında , Taif'te ,Tebük'te , Bedir'de , Uhud'da ,Hendek savaşında sabır şerbetini nasıl yudum yudum içtiler. Bir adım sapmadan ,kalplerini sahibinden bir an ayırmadan nasıl ışıdılar , nasıl ışık verdiler ...Sakın sende yolundan şaşma ey gönül ; itaat et . İtaatında sabır ve sebat et .Zira bu yol sabırdan ibaret .

    Sabrın zıddı aceledir .Acelenin meyvesi ise pişmanlıktır , üzüntüdür ey gönül . Öyleyse çabalarının ,amellerinin mükaatını beklerken ne olur acele etme . Sabrın özündeki tevekkülü gör , her şeyin sahibine dayanmayı öğren .Beklediğin ilahi yardım yalnızca sabrın sonunda gelecek ey gönlüm .Ama sakın tuzağa düşme ; tedbirsiz sabır , çalışmadan yapılan tevekküle benzer . Önce tedbirine ,tedavine sarıl , sonra sabret . Hiçbir müsibete ağır ve çekilmez gözüyle bakma .

    Evet , sabır acıdır ey gönlüm . Bunu en iyi sen bilirsin . Gelecekten ümidi , beklentisi olmayan bir yürek bu acıya tahammül edemez , bunu da bilirsin .Hangi ümit diye sorma bana , bütün ümitler imanında saklı . İmanın var , demek ki ümidin var . Gideceğin yer , göreceğin cemal var . Senin menzilin var . Seni hasretle bekleyen cennet ehli var .Sana kucak açmış ebediyyet var .

    Şimdi sus gönlüm . Sus ve teslim ol . Fani umutlarla tükenmekten vazgeç . Dünya buna değmeyecek kadar kısa . Sabır zamanı kısa . Bir şimşek ışığının parıltısı kadar kısa .

    Unutma ey gönül , burası dünya .. Sefası da fani , cefası da ...Fakat ebediyyet var , ebedi vatan . Orada nankörler için hazırlanmış bir ateş mahzeni var ki , orada sabah olmayacak , horozlar da ötmeyecek . Orada sabretmek imkansız .

    Öyleyse nankör olmaktan kork ve ey gönlüm , geçici elemlere ve imtihanlara sabret . Bilirim bu dünya bir imtihan yurdu , bir zindan . Ama duvarlarında daima ümide , kurtuluşa ,selamete açık iman ve ümit pencereleri var . Bu pencerelerden mesut geleceğini gör. Sen ki narin kanatlı bir kelebeksin .İlahi takdirin imtihanını minicik gövden de bulmuşsun . İlahi mukadderatın göklerinden gelen kaza oklarına hedefsin . Göklerin ve yerin yüklenmekten sakındığı " emanet" omuzlarında .Bazen belin bükülecek , dizlerin dermansız kalacak .Ama sakın sabrın tükenmesin ey gönlüm , ruhunu ebediyete taşıyorsun .

    Sabret gönül , şurada karşı kıyıya ne kaldı ? Bu dünya zindanına muvakkaten mahkumsun , şükret ki müebbeden değil !...

    Sabret gönlüm yol çok uzun değil , az kaldı...

    Ey bulut! Nezâketten bir pay düşür yuvamıza...
    HER İNSANIN kendine has bir duruşu vardır hayata karşı. Olayları çözme biçimimiz, sevinç ve üzüntü anlarındaki tepkilerimiz, sevdiklerimize sevgimizi ifade edişimiz, kızgınlıklarımızı açığa vuruşumuz birbirinden farklıdır.

    Günlük hayat içinde sıradan görünen, ayrıntıymış izlenimi veren pek çok şeyde gizlidir bizim kim olduğumuz. Mesleği, makamı, mevkii ne olursa olsun, evinde çocuğuyla yaptığı sohbetteki üslûbu, eşinden bir bardak su isterken takındığı tavrında görünür insanların gerçek yüzü. Çünkü insanın en yalın halidir evindeki hayatı. “Benim hakkımda ne düşünür?” diye çoğu vakit endişe etmediği, elinin altında ve hazır gördüğü ilişkiler ortamında kendini koyverir pek çok kişi.
    Sanki acısını çıkarırmış gibi, başka ortamlarda arkasına gizlendiği nezâket perdesini sıyırır evinin içinde. Yalın, doğal hallerimize şâhit yuvamız, nezâket ve zerâfeti hak etmiyormuş gibi… O nedenle, hiç tahmin etmediğimiz insanların, hiç tahmin etmediğimiz hikâyelerini dinleriz üzüntüyle.


    Namazı, orucu ayrı, yuvadaki tatlı sözü apayrı değerlendirip, evinde huzur bulamayan ve huzur vermeyen örnekler içimizi burkar. Oysa din, hayattır. Hayatımızın bir numaralı kahramanları ise eşimiz ve çocuklarımızdır. “Yakıtı taşlar ve insanlar olan cehennem ateşinden, önce kendinizi ve sonra da ailenizi koruyun” diyen âyetler bu hakikate çevirir dikkatimizi.
    Kendi hayatımızdan sonra, ilk olarak etkilediğimiz hayatlar, gidişlerini saadet ya da felâkete dönüştürme kabiliyetine sahip olduğumuz aile üyelerimizin hayatlarıdır. Ne yazık ki, yaşarken bu önemli hakikat göz ardı edilir ya da sadece bilgi düzeyinde kalır.


    Amele dönüşmemiş bilgi ise, ancak yüktür. Aile içindeki konuşma biçimimiz, hitaplarımız, doğru bildiklerimizle çelişir ve biz çoğu zaman bunu farketmeyebiliriz. Başkalarına eşlerinden daha nazik davranan hanımlar ve beylerin hemen hepsi, kendilerine uzaktan şöyle bir baksalar, gördükleri karşısında memnun olmayacaklardır.


    Eve gelen bir misafir çocuğuyla konuşurken seçerek kullanılan kelimelerin yerini, sonu nereye gider diye düşünmeden söylenmiş, kontrolsüz, serseri cümleler alıverir “hakiki misafirlerimiz”le muhatap olurken. Oysa onlar, geçici bir konukluk için, kendi yuvalarını kurana dek yanımızda ağırlanmak üzere gönderilmişlerdir bizlere.


    Bu konuklar, hemen yanı başımızda, nasıl ev sahibi olunduğunu tâlim ederler. Müşkülleri hallediş biçimimizi görmek, beklenmedik olaylar karşısındaki metanetimizi, zor zamanlarda sabrı, tebessümü bırakmayışımızı kaydetmek ve kendi misafirlerine aktarmak üzere gelmiş gibidirler âdeta.
    Ansızın çıkagelen misafiri severek karşılamayı, ağzına kadar bulaşık dolu bir mutfağı inanç ve kararlılıkla tertemiz kılmayı, hüzün zamanlarını şükür ile tatlandırmayı, sevginin sıcaklığında ısınmayı bizim olaylar karşısındaki duruşumuzla öğrenir çocuklarımız.


    Hasta eşimize davranış biçimimiz, hastalık ve hastalara karşı bir bakış oluşturur onlarda. الله’ın rızası konusunda titizlenen eşlerin, bu rızaya giden yolun birbirlerini hoşnut kılmakla mümkün olabileceğini kabul etmesi gerekir. Bırakın bir tas çorba vermeyi, hasta olduğu için eşine dünyayı dar edenlerin الله’ın rızasını başka yerlerde arayışı ne acayiptir!


    Cennete giden yolu, günlük hayat içinde ailemizle paylaştığımız dakikalardaki niyet ve davranışımızdan ayrı gören bir anlayışla hayatlarını değerlendirenler, hem kendilerine hem de ailelerine cehennemi anımsatan bir yaşam sunarlar. Oysa, mutlu bir evliliği “dünyanın cenneti” olarak tanımlayan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’dir. Böyle bir aile hayatı için gayret etmek, bilgi ve bilinçle donanmak Kur’anî ifadeyle “uğrunda azmedilecek işlerden”dir elbette.


    Din penceresinden bakarken hayatı eksik ve yanlış algılayış, ikiyüzlü bir duruş çıkarıverir ortaya. Bu yüzün bir yönü evin dışına tebessüm ederken, diğer yüzü evin içine kaş çatar.Oysa tebessüm ve nezaket için çizilmiş sınırlar yoktur, olmamalıdır. Bizi ebedî saadete taşımasını ümit ettiğimiz yol da sınır tanımaz.




    O uğradığı her yerde bizi nasıl bulduğuyla ilgilenir. Ve çoğunlukla, önemsiz gördüğümüz, iyi çalışıp hazırlanmadığımız yerlerden sorular bulup dizer kıyılarına. Çünkü basit görünen soruların, önemli ve derin cevapları vardır!



     Öyle çaresizim ki Rabbim...
    Öyle çaresizim ki Rabbim,
    Çarelere ermiyor aklım
    Bir yüzüm solgunken, isyankar öbür yanım

    Öğütleri masal gibi dinliyorum
    Nasihatler ninni misali geliyor,
    Başımı sallıyorum sanki anlamış gibi
    Beni takipte ızdırap, peşimden gelir kabuslar
    Kimsem yokmuş şu dünyada senden başka!
    Merhametine uzatıyorum ellerimi
    Senin rahmetinle yıkamak istiyorum kirli tövbelerimi
    Dizginle çılgınlıklarımı, affet günahlarımı
    Ey affetmeyi seven Rabbim, sil göz yaşlarımı
    Sen teselli et beni, serinlik sun şu bağrıma
    Vardır bunda da bir hayır
    Hayırlı kederlerimi sen sevdir bana!
    Tıpkı geceye saçılan yıldızlar gibi,
    Ömrüme ışık olsun, sıkıntı anlarımda ettiğim dualar
    Hüzünlerde olgunlaştır beni
    Cahilim çok cahilim
    Sen yolum ol! Sen sonum ol!
    Sen tut elimden, sana giden yollarda nurum ol!
    Dağlar kadar günahlarıma,
    Bir avuç tövbe kırıntısı getirdim
    Sen derman ol şu volkanlarıma

    Sensiz bir yürek ne kadar boş!..


     

    Siyah Gül!
    Beni hoşgör sevdalım sanma ki candan bıktım;
    Keşke kurşun yağmuru yaşları silmeseydim…
    Ben ki Yusuf misali, dipsiz kuyudan çıktım;
    Son verirdim aşkıma günahı bilmeseydim…

    Beni öldüren hasret seni yaşatır sanma;
    Can veren gözyaşların mezar taşı beklesin…
    Çok mu şey istiyorum, beni adınla anma;
    Yaradan çektiğine bin dert daha eklesin…

    Senden hesap sormaz mı aynalarda gördüğün;
    Saçındaki her beyaz çektiğin gazap olsun…
    Seni söktüm yürekten yetti hüküm sürdüğün;
    Güldüğünü gösteren her resim azap olsun…

    Çıkmaz yollara düştüm diliyorum düş sen de;
    Düşmanlarım neyse de dostlarım bile küstü…
    Acıyanın olmasın, türlü derde düşsen de;
    Sabah açan güllerin kurusun akşam üstü;

    Yürekte senden başka hiçbir ateş yanmasın;
    Buzullar beldesinde say ki fizan çölüyüm…
    Gittiğin günden beri, kalbim, attı sanmasın;
    Ben hasret bahçesinin siyah açan gülüyüm…
    Ağla Gözüm Ağla Gülmezem Gayri



    Ağla gözüm ağla gülmezem gayri


    Gönül dosta gider gelmezem gayri



    Ne gam bunda bana bin kez ölsem

    Orda ölüm olmaz ölmezem gayri




    Yansın canım yansın aşkın oduna


    Aksın kanlı yaşım silmezem gayri





    Beni irşad eden mürşid-i kamil


    Yeter ben el daha almazam gayri



    Varlığım yokluğa değişmişim ben


    Bu gün cana başa kalmazam gayri


    Fenadan bakiye göç eder olduk


    Yöneldim sol yola dönmezem gayri





    Muhabbet bahrinin gavvası oldum

    Gerekmez ceyhun\'a dalmazam gayri


    Dilerim fazlından ayrılmıyasın


    Allah'i\'m senden özge sevmezem gayri


    Söyle aşık dilinden bunu YUNUS


    Eğer aşık isem ölmezem gayri
    __________________
     

    Gittin..Belkide Hiç Gelmemiştin..
    Biliyorum konuşacak birşeyimiz kalmadı paylaşacak hiç bir şeyimiz yok.
    Gittin..Belkide Hiç Gelmemiştin..
    Yine de yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana sesleniyorum
    seninle konuşuyorum... Bugün sana olan kırgınlığımı rafa kaldırdım
    sevgimi aldım avuçlarımın arasına ona sığınıyorum... Cümlelerimi kısalttım
    kelimelerim buruk gülüşlerim istenmeyen dudaklarımda...



    Çalmayan telefonuma elim gidiyor
    sana halen bende olduğunu ısrarla yazmaya çalışıyorum... Bende olan seni
    hiç kırmadım değiştirmedim ve hep korudum desem de sendeki benin
    nasıl olduğunu gülüp gülmediğini anlamsız bir sıkıntıyla merak ediyorum...


    Anlamsız ve cevapsız sorular hınzırca sırıtıyor ben görmemeye
    çalışıyorum... Düşler uzak gibi görünüyordu ama yakındı...

    Belki de görmeyi istemek gerekiyordu... Gözlerini aç desem kapatacaksın
    ama kapatma gözlerini! Kendime bir demet papatya aldım ama bakmadım
    falıma... Gözlerimi gelişlere verdim gözlerimdeki hüzün bile seni özlemiş
    itiraf etti sonunda... Düşüncelerim gururlu hayallerim ve sevdam değil...
    Gelseydin kendimi unutup sana koşacaktım susturacaktım içimdeki isyanı
    kavgaların ortasında bir güneş gibi doğup ısıtacaktım yüreğini
    sevinçten ağlayacaktım bu defa mutluyken hemen sarhoş olmuşum gibi
    dokunacaktım sarılacaktım. Ama gelmedin gelemezdin belki de gelmeye de
    hiç niyetin yoktu aslında... Kendimi kandırdığımı anladığımda ağlıyordum...




    Gittin! Belki de hiç gelmemiştin ben geldiğini sandım... Ayak uyduramadım
    yorgunluğuna... Dudaklarına düşlerindeki öpüşü konduramadım...

    Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran kimi zaman bir kadın;
    dokunuşlarında kendini bulan... Ama! En çok da imkânsızın oldum...


    Haketmediklerin artık yeter dediklerin ve herşeyin olmak isterken
    belki de hiçbir şeyin oldum... Söylesene ben gerçekten senin neyin oldum?
    Sesin hep uzakları çağırıyordu ben üstüme alındım sana geldim...
    Bilseydim bana ait olmayan bir seslenişi sahiplenir miydim?

    Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda sadece bir mevsim yaşanan
    ama bir ömür gibi gelen aşk... Kalbime henüz söyleyemedim gittiğini
    öğrenirse onun da acı çekmesinden korkuyorum... Seni halen
    benimle biliyor ve seviyor ama ben kalbime ilk defa yalan söylüyorum...
    Gittin! Sevdamın yokluğuna alışabilirim belki ama sesinin uzak yolların
    sonunda olması acıtıyor içimi... Suskunluğun en büyük silahındı
    suskunluğunla vurdun beni asıl acı olan canımı acıtan unutulmak...

    Söylesene unutulmak kime yakışıyor?
    Unutan sen olsan da sana bile yakışmıyor ...

    Merak etme üstüne giydirmedim bu duyguyu unutulmayan olmak
    sende daha güzel duruyor... Görüyorsun işte aşk'a ve sana ihanet etmiyorum
    benim kırgınlığım aşk'a... Sen üstüne alındın...