16.11.2012

 
 
"Sakın, Allah'ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma.Yalnız onlarla hesaplaşmayı gözlerin şaşkınlıktan dona-kalacağı bir güne erteliyor..."

(İbrahim Sûresi / 42.Ayet)

YOKLUĞU GÖZE ALAN YAZI




“biz bir aşk nedir biliriz seninle, biz biliriz

ey kim varsa orda o tek olanın adına çekin kürekleri”

Turgut Uyar


Eskiden ne zaman ilahi aşk ve beşeri aşk arasında bir ilişki kurulduğuna tanık olsam bu iki aşk çeşidi arasında kurulan, kurulmaya çalışılan tüm münasebetlere kuşkuyla bakar, bu yönde çaba sarf edenlerin “zorlama” bir uğraşı iş edindiklerini düşünürdüm. İlahi aşk ile beşeri aşkın birbirleriyle yakınlaşabileceğine, birinin, - özellikle beşeri aşkın- diğerinin nedeni olabileceğine pek ihtimal vermezdim. Hatta beşeri aşkın- arzulanan şekilde cereyan etmemesi halinde- ilahi aşk yolunda bir engel oluşturabileceğini dahi düşünürdüm. Niteliği ne olursa olsun her aşkın bir diğerini dışarıda bırakarak yaşanabileceğine yönelik bir inanca sahiptim.



Bilhassa beşeri aşk aracılığıyla ilahi aşka doğru bir yolculuğa çıkanların konu edildiği her eserde, anlatıda kahramanların sevgilileriyle “kavuşamama” durumunu bir ortak kader gibi yaşamaları bana çok farklı şeyler düşündürtürdü. Bir sürecin kesintiye uğradığı yerde çok fazla çaba harcamadan, bir bakıma kendiliğinden daha nitelikli ve yüceltici bir sürecin içinde oluvermek bir “lütuf” olarak ele alınabileceği gibi farklı değerlendirmelere de açık bir konuydu benim için. O günlerde ilahi olana bir mahrumiyetin tesellisi olabilecek, sevgiliden ayrı kalmanın ızdıraplarından bir kaçış anlamı taşıyabilecek bir yolla değil de bir arada olmanın şükre dönüşmüş sevinciyle, coşkusuyla varılabileceğini düşünürdüm. Dile getirememenin, kavuşamamanın açtığı yarayla, acının kamçıladığı duygularla Allah’la güçlü bir bağ kurma yönündeki gayretlerin insani zaaflarla gölgeleneceğine inanır, bu yolla kutsal bir sevginin üretilmesinin, ortaya çıkmasının oldukça zor olacağını hissederdim. Bana göre ilahi aşk ancak büyük bir mutluluğun, eşsiz bir bütünleşmenin sağladığı bir vecd halinden sonra alevlenebilirdi, hayal kırıklığının olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı, melankolinin bizi dünyadan koparmaya çabaladığı bir süreçte değil.



Bu düşüncelerimin uzun zamandır farklılaşatığını hissetmeme rağmen, bu değişimin kaynaklarını, daha önce neden böyle düşündüğümün gerekçelerini netleştirememem, bu konuyu derli toplu ele almamı zorlaştırıyor. Bu da ister istemez beni bir huzursuzluğa sevk ediyor. Bu konuyla ilgili zihnimde az da olsa bir belirginliği sağlayabilirsem sanırım bu konuyla ilgili huzursuzluğum sona erecek.
Beşeri aşkla tanışmış herkes hissettiklerinin karşısındaki insanla ne kadar ilgili olduğu konusunda az çok bir şüphe yaşamıştır. Bu kuşku aşkın en yoğun hissedildiği dönemlerde bile kendini –bence daha fazla- hatırlatacak kuvvettedir. Çünkü insan bir gücün denetimi altında olduğunu, bu güçün tüm benliğine egemen olmaya başladığını, yaşamında olağandışı, olağanüstü bir şeylerin olduğunu tüm kaçma girişimlerine rağmen fark eder. Bütün olup bitenlere bir insanın sadece varlığının neden olabileceği hiç birimize pek inandırıcı gözükmez, ancak bunu kendimize itiraf etmekten çekiniriz. Çünkü her ne kadar tüm yaşamımız altüst olmuşsa da bu büyülü , her zaman tecrübe edemeyeceğimiz yeni durumun sırlarından haberdar olmak isteriz. Fazla sorgulamanın büyüyü bozacağı endişesiyle kendimizi akışa bırakmayı tercih ederiz. İşte kendimizi akışa bıraktığımız andan itibaren ilahi aşka doğru yolculuğumuz başlamış demektir. Bu akış halinde Allah’ı eskisinden daha sık hatırlamaya başlar, ona sorular yöneltir, yakarışlarımızla yakınmalarımızın bir birine karışmasına engel olamayız. Çoğunlukla onunla daha fazla iletişim kurmaya başladığımız dikkatimizi çekmez, farkında olmadan kendimiz hakkında ve ilahi olanla ilgili ilk derin kavrayışları ediniriz. Her şey bir insan etrafında gelişiyor gibidir fakat aslında “Bir” olanla ilgilidir.


Allah’la kuracağımız kendimize özgü iletişim biçiminin oluşmasında, ilahi olanla bir yakınlığın tesis edilmesinde aşkın büyük işlevinin farkına varmak beraberinde yeni sorular getirir. Örneğin; başka bir yolla değil de neden aşk yoluyla ilahi olana yönelik bilgilerimizin, ona yönelik sevgimizin niteliğinde önemli farklılaşmalar oluyor? Neden aşık olmayabileceğimiz halde aşık oluyoruz. Sanırım bu sorulara İsmet Özel’in “Tahrir Vazifeleri” adlı eserinin “Varoluş, Hayranlık, Aşk” başlıklı yazısının son cümlesi aracılığla (“Zira aşk varolanın sevilişinde tamamlanmayan ve sevenin “yokluğu” göze alarak varoluşa yönelmesinden başka bir şey değildir.”) büyük ölçüde cevap bulabildim.


“Zira aşk varolanın sevilişinde tamamlanmayan ve sevenin “yokluğu” göze alarak varoluşa yönelmesinden başka bir şey değildir.” İsmet Özel’in bu ifadelerindeki “yokluk” vurgusu daha çok “Neden hiçbir şey olmayabileceği halde bir şey var.” önermesi ile ilgili. İsmet Özel mantık sınırları içerisinde bu soruya herhangi bir yanıt verilemeyeceğini, ancak Varlık’la aracısız, bahanesiz bir bağ kurarak yani varlığın yokluktan çıktığı bilgisine sahip olunarak bu sorunun yanıtlanabileceğini ve böylece “varoluş eksenine” dahil olunabileceğini belirtir. İnsanın kendi varoluşunu ancak “yokluğun" gerçek mahiyetini kavrayarak “tadabileceğini” (yazar bilmek, anlamak, hatta yapmak değil sadece tatmak fiilini kullanabileceğimiz belirtir) vurgulayan Özel, böyle bir durumda her şeye hayranlık duyulmasının kaçınılmaz olduğunu belirtir, daha sonra bu hayranlık aşamasının insan oluşla “oluş” arasındaki bağa işaret ettiğini açıklar. Bunun insandaki karşılığının “aşk” olduğunu ifade eder.

İsmet özel'in sözündeki "yokluğu göze alarak" ifadelerini yoktan var edenle bütünleşme, onun varlığında erime arzusu olarak okudum. Sevginin ortaya çıktığı, üretildiği her durum sevilenin varlığına sığmayacak, sadece onunla ilişkilendirilemeyecek kadar inanılmaz bir güce sahiptir. İstese de istemese de muhatabını "yokluğa" doğru bir yolculuğa çıkarır. Bu nedenle İsmet Özel'in cümlelerindeki "göze alarak" ifadesinin bilinçli bir tutumu yansıtmadğını, aksine sevginin doğuşundan önce ve sevme sırasında varlığının farkına varmadığımız, ancak bir çok şey olup bittikten sonra az da olsa kavrayabildiğimiz, anlayabildiğimiz bize bahşedilmiş, bizi yönlendirme gücü olan bir sezgiyi işaret ettiğini düşünmemiz lazım.

Aşk ilişkilerindeki "kavuşamama" durumlarına İsmet Özel'in "sevenin yokluğu göze alarak varoluşa yönelmesi" ifadeleriyle yaklaştığımızda sanırım aşktaki ayrılık konusuna yeni yorumlar getirebiliriz. Sevenin zaten kavuşma gibi bir beklentisinin olamayacağını, onun sevgilinin varlığını unutturacak bir yokluğun kıskacında olduğunu iddia edebiliriz. Sevgilinin varlığı sadece bir "yokluğu" işaret etmek içindir. Sevgiliye kavuşulduğu anda sevenin "yoklukla" ilişkisi zedelenir. Kavuşma aynı zamanda insanın kendi varoluşunu tadabilme şansını yitirmesine neden olacağı, hayret edebilmesi için gerekli olan yaratılmış olma bilincini körelteceği için bilincinde olmasak da her sevme girişimi yokluğu göze almıştır. Sevgilinin yokluğunu da sevmenin bizi götüreceği yokluk bilgisinin de.

Önceleri, sanırım beşeri aşktaki sonuçlara gereğinden fazla odaklandığım, aşkın yaşandığı süreçte tecrübe edilenleri göz ardı ettiğim için, bir insanın bir diğerine karşı hissettiği aşkın ilahi aşkla bağını kurmakta zorlanıyordum. Şimdilerde belki yaşantılarımın, gözlemlerimin, okuduklarımın etkisiyle iki aşkın iç içe olduğunu, birbirinden koparılmadan ele alınmaları gerektiğini düşünüyorum.
Notlar:
-Metnin girişindeki Turgut Uyar dizeleri şairin "Münacat" (Divan'dan) adlı şiirinden alınmıştır.
-Metindeki İsmet Özel alıntısı, Tahrir Vazifeleri, Şule Yayınları, 2009,İstanbul, syf 92


Yunus ADIYAMAN