“biz bir
aşk nedir biliriz seninle, biz biliriz
ey kim
varsa orda o tek olanın adına çekin kürekleri”
Turgut
Uyar
Eskiden ne zaman
ilahi aşk ve beşeri aşk arasında bir ilişki kurulduğuna tanık olsam bu iki aşk
çeşidi arasında kurulan, kurulmaya çalışılan tüm münasebetlere kuşkuyla bakar,
bu yönde çaba sarf edenlerin “zorlama” bir uğraşı iş edindiklerini düşünürdüm.
İlahi aşk ile beşeri aşkın birbirleriyle yakınlaşabileceğine, birinin, -
özellikle beşeri aşkın- diğerinin nedeni olabileceğine pek ihtimal vermezdim.
Hatta beşeri aşkın- arzulanan şekilde cereyan etmemesi halinde- ilahi aşk
yolunda bir engel oluşturabileceğini dahi düşünürdüm. Niteliği ne olursa olsun
her aşkın bir diğerini dışarıda bırakarak yaşanabileceğine yönelik bir inanca
sahiptim.
Bilhassa beşeri
aşk aracılığıyla ilahi aşka doğru bir yolculuğa çıkanların konu edildiği her
eserde, anlatıda kahramanların sevgilileriyle “kavuşamama” durumunu bir ortak
kader gibi yaşamaları bana çok farklı şeyler düşündürtürdü. Bir sürecin
kesintiye uğradığı yerde çok fazla çaba harcamadan, bir bakıma kendiliğinden
daha nitelikli ve yüceltici bir sürecin içinde oluvermek bir “lütuf” olarak ele
alınabileceği gibi farklı değerlendirmelere de açık bir konuydu benim için. O
günlerde ilahi olana bir mahrumiyetin tesellisi olabilecek, sevgiliden ayrı
kalmanın ızdıraplarından bir kaçış anlamı taşıyabilecek bir yolla değil de bir
arada olmanın şükre dönüşmüş sevinciyle, coşkusuyla varılabileceğini düşünürdüm.
Dile getirememenin, kavuşamamanın açtığı yarayla, acının kamçıladığı duygularla
Allah’la güçlü bir bağ kurma yönündeki gayretlerin insani zaaflarla
gölgeleneceğine inanır, bu yolla kutsal bir sevginin üretilmesinin, ortaya
çıkmasının oldukça zor olacağını hissederdim. Bana göre ilahi aşk ancak büyük
bir mutluluğun, eşsiz bir bütünleşmenin sağladığı bir vecd halinden sonra
alevlenebilirdi, hayal kırıklığının olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılmaya
çalışıldığı, melankolinin bizi dünyadan koparmaya çabaladığı bir süreçte
değil.
Bu düşüncelerimin
uzun zamandır farklılaşatığını hissetmeme rağmen, bu değişimin kaynaklarını,
daha önce neden böyle düşündüğümün gerekçelerini netleştirememem, bu konuyu
derli toplu ele almamı zorlaştırıyor. Bu da ister istemez beni bir huzursuzluğa
sevk ediyor. Bu konuyla ilgili zihnimde az da olsa bir
belirginliği sağlayabilirsem sanırım bu konuyla ilgili huzursuzluğum sona
erecek.Beşeri aşkla
tanışmış herkes hissettiklerinin karşısındaki insanla ne kadar ilgili olduğu
konusunda az çok bir şüphe yaşamıştır. Bu kuşku aşkın en yoğun hissedildiği
dönemlerde bile kendini –bence daha fazla- hatırlatacak kuvvettedir. Çünkü insan
bir gücün denetimi altında olduğunu, bu güçün tüm benliğine egemen olmaya
başladığını, yaşamında olağandışı, olağanüstü bir şeylerin olduğunu tüm kaçma
girişimlerine rağmen fark eder. Bütün olup bitenlere bir insanın sadece
varlığının neden olabileceği hiç birimize pek inandırıcı gözükmez, ancak bunu
kendimize itiraf etmekten çekiniriz. Çünkü her ne kadar tüm yaşamımız altüst
olmuşsa da bu büyülü , her zaman tecrübe edemeyeceğimiz yeni durumun sırlarından
haberdar olmak isteriz. Fazla sorgulamanın büyüyü bozacağı endişesiyle kendimizi
akışa bırakmayı tercih ederiz. İşte kendimizi akışa bıraktığımız andan itibaren
ilahi aşka doğru yolculuğumuz başlamış demektir. Bu akış halinde Allah’ı
eskisinden daha sık hatırlamaya başlar, ona sorular yöneltir, yakarışlarımızla
yakınmalarımızın bir birine karışmasına engel olamayız. Çoğunlukla onunla daha
fazla iletişim kurmaya başladığımız dikkatimizi çekmez, farkında olmadan
kendimiz hakkında ve ilahi olanla ilgili ilk derin kavrayışları ediniriz. Her
şey bir insan etrafında gelişiyor gibidir fakat aslında “Bir” olanla
ilgilidir.
Allah’la
kuracağımız kendimize özgü iletişim biçiminin oluşmasında, ilahi olanla bir
yakınlığın tesis edilmesinde aşkın büyük işlevinin farkına varmak beraberinde
yeni sorular getirir. Örneğin; başka bir yolla değil de neden aşk yoluyla ilahi
olana yönelik bilgilerimizin, ona yönelik sevgimizin niteliğinde önemli
farklılaşmalar oluyor? Neden aşık olmayabileceğimiz halde aşık oluyoruz. Sanırım
bu sorulara İsmet Özel’in “Tahrir Vazifeleri”
adlı eserinin “Varoluş, Hayranlık, Aşk” başlıklı yazısının son
cümlesi aracılığla (“Zira aşk varolanın sevilişinde tamamlanmayan ve
sevenin “yokluğu” göze alarak varoluşa yönelmesinden başka bir şey
değildir.”) büyük ölçüde cevap bulabildim.
“Zira aşk varolanın
sevilişinde tamamlanmayan ve sevenin “yokluğu” göze alarak varoluşa
yönelmesinden başka bir şey değildir.” İsmet Özel’in bu ifadelerindeki
“yokluk” vurgusu daha çok “Neden hiçbir şey
olmayabileceği halde bir şey var.” önermesi ile ilgili. İsmet Özel
mantık sınırları içerisinde bu soruya herhangi bir yanıt verilemeyeceğini, ancak
Varlık’la aracısız, bahanesiz bir bağ kurarak yani varlığın yokluktan çıktığı
bilgisine sahip olunarak bu sorunun yanıtlanabileceğini ve böylece
“varoluş eksenine” dahil olunabileceğini belirtir. İnsanın
kendi varoluşunu ancak “yokluğun" gerçek mahiyetini kavrayarak
“tadabileceğini” (yazar bilmek, anlamak, hatta yapmak değil
sadece tatmak fiilini kullanabileceğimiz belirtir) vurgulayan Özel, böyle bir
durumda her şeye hayranlık duyulmasının kaçınılmaz olduğunu belirtir, daha sonra
bu hayranlık aşamasının insan oluşla “oluş” arasındaki bağa
işaret ettiğini açıklar. Bunun insandaki karşılığının “aşk”
olduğunu ifade eder.
İsmet özel'in sözündeki
"yokluğu göze alarak" ifadelerini yoktan var edenle
bütünleşme, onun varlığında erime arzusu olarak okudum. Sevginin ortaya
çıktığı, üretildiği her durum sevilenin varlığına sığmayacak, sadece onunla
ilişkilendirilemeyecek kadar inanılmaz bir güce sahiptir. İstese de istemese de
muhatabını "yokluğa" doğru bir yolculuğa çıkarır. Bu nedenle İsmet Özel'in
cümlelerindeki "göze alarak" ifadesinin bilinçli bir tutumu
yansıtmadğını, aksine sevginin doğuşundan önce ve sevme sırasında
varlığının farkına varmadığımız, ancak bir çok şey olup bittikten sonra az da
olsa kavrayabildiğimiz, anlayabildiğimiz bize bahşedilmiş, bizi yönlendirme gücü
olan bir sezgiyi işaret ettiğini düşünmemiz lazım.
Aşk ilişkilerindeki "kavuşamama"
durumlarına İsmet Özel'in "sevenin yokluğu göze alarak varoluşa
yönelmesi" ifadeleriyle yaklaştığımızda sanırım aşktaki
ayrılık konusuna yeni yorumlar getirebiliriz. Sevenin zaten kavuşma gibi bir
beklentisinin olamayacağını, onun sevgilinin varlığını unutturacak bir yokluğun
kıskacında olduğunu iddia edebiliriz. Sevgilinin varlığı sadece bir "yokluğu"
işaret etmek içindir. Sevgiliye kavuşulduğu anda sevenin "yoklukla" ilişkisi
zedelenir. Kavuşma aynı zamanda insanın kendi varoluşunu tadabilme şansını
yitirmesine neden olacağı, hayret edebilmesi için gerekli olan yaratılmış olma
bilincini körelteceği için bilincinde olmasak da her sevme girişimi yokluğu
göze almıştır. Sevgilinin yokluğunu da sevmenin bizi götüreceği yokluk
bilgisinin de.
Önceleri, sanırım beşeri aşktaki sonuçlara gereğinden fazla
odaklandığım, aşkın yaşandığı süreçte tecrübe edilenleri göz ardı ettiğim için,
bir insanın bir diğerine karşı hissettiği aşkın ilahi aşkla bağını kurmakta
zorlanıyordum. Şimdilerde belki yaşantılarımın, gözlemlerimin, okuduklarımın
etkisiyle iki aşkın iç içe olduğunu, birbirinden koparılmadan ele alınmaları
gerektiğini düşünüyorum.
Notlar:
-Metnin girişindeki
Turgut Uyar dizeleri şairin "Münacat"
(Divan'dan) adlı şiirinden alınmıştır.
-Metindeki İsmet
Özel alıntısı, Tahrir Vazifeleri, Şule Yayınları,
2009,İstanbul, syf 92
Yunus
ADIYAMAN