15.06.2011


ÜÇ SUÂL VE BİR CEVAP
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler ü...ç suâl sormak istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî;
- Sorun! buyurdu.
İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı. Sormaya başladı:

- Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım
Şems-i Tebrîzî hazretleri;
-Öbür sorunu da sor! buyurdu.
O;
-Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi? dedi.
Şems-i Tebrîzî;
-Peki öbürünü de sor! buyurdu.
O;
-Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın! dedi.
Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu. Ve;
- Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu, dedi.
Şems-i Tebrîzî;

- Ben de sâdece cevap verdim, buyurdu.

Kâdı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı:

- Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim.
O kimse şaşırarak;
- Ağrıyor ama gösteremem, dedi.

Şems-i Tebrîzî;

- İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. Yine bana; "Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz." dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın? buyurdu.

Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü.



Şems-i Tebrîzî hazretleri;
"Eğer bir kimse bana âhiretim ile ilgili bir defâ iyilik edip, dünyâ ile ilgili binlerce kötülük etse, ben onun bir defâ yaptığı iyiliğe nazar ederim. Çünkü iyi ahlâk bunu icâbettirir." buyururdu.
 
 
Eğer kalpleriniz temiz olsaydı,

Kur’an okumaya doyamazdınız..!

        Hz.Osman (r.a.)
Bir gönlü mü kırdın; ağlamalısın.Hele özür dilemesini bilmiyorsan;senden dost olmaz, Senden yâren olmaz..ya incittiğin,kırdığın gönlü ALLAH (c.c.) seviyorsa..! RASULULLAH (S.A.V.) seviyorsa..!hatta arz-ü sema dahi seviyorsa..!!Nerden bileceksin, bilmiyorsun.. Bilseydin ödün kopardı dokunmaktan..

 
InsanLar Senin KaLbini Kırmışsa ÜzüLme. Rahman ' Ben Kırık KaLpLerdeyim. ' Buyurmadı Mı . . ?

' La Tahzen ! InneLLahe Meana. '

ÜzüLme ! Şüphesiz ALLah (C.C) BizimLe Beraberdir. . !
...

Öyle Dostlar edinin ki; Ölüm döşeğinde başucunuzda olsun.. Sizi bir taraftan Yolcu edip, DİĞER TARAFTA KARŞILASIN. . !

 
‎''Sığınırım ben, her şerrin ardından hayır veren Rabb'e..''


Sen gittin, hazan düştü bahçemize
Sen gittin, tarumar oldu her şey
Sen gittin, geriye
doyumsuz bir aşk bıraktın bize.


Sevgili!
önce kum deryalarına düştük sonra serâba
bugüne kadar umutlardı bizi ayakta tutan
sevdandı kimsesiz çöllerde yürekleri bir tutan,
yalnızlığa açılır bütün kapılar sensiz
sen yoksun diye, sicim sicim karanlık yeşerdi içimizde
dalga dalga hasretindi kalbimizde alevlenen
gönlümüze batan dikenler ne ki
büyüttüğümüz güller sadece sen kokmak içindi.

Sevgili
en haşin haliyle girdaba düştük
sensizliğe sürgün edildik ilkin
sonra mağara arkadaşın bırakıp gitti bizi
sonra kılıçların efendisi
ardından cennet gençlerinin efendileri
ve diğerleri birer birer bırakıp gittiler bizi
dilimiz lâl, âmâ kaldı gözlerimiz
sen olmasaydın kalpler sevmeyi öğrenebilir miydi!
ey, ihsanda nisan bulutunu geçen Sevgili.
örümcek, gözlerde hâlâ en kalın perdedir
sırların sırrı kisranın sarayında
ondört burcunun düştüğü yerdedir.
en büyük mucizen Kur’an’dı, sonra Sen’din
güneşi sağ eline, ayı da sol eline alsaydın
yine de çözülmezdi ebterlerin kalbindeki kir!

ey ay yüzlü güzel!
bütün kelamları yazan kalemin emriydi gidişin
oysa ne kadar çok beklemişti gelişini Hira
ne kadar da çok yolunu gözlemişti Râhip Bahira
bir tek Bilâl değil, cihan alışmıştı sana
hüzündü ardında biriktirdiğimiz
yokluğunun vadilerinde yuvarlanırken
yaralı kalbimizin fısıltısına
günâha battık ama konuşan gözlerimizin hıçkırığına
“tebessüm sadakadır” fermânınla
bir damla bengisu ver n’olur
n’olur nûrunu gönder yoksul umutlarımıza.
asırlardır yetimliğe açılır gözlerimiz
bir pazartesi ilk defa, aşk gibi aşk yaşamıştı dünya
ilk defa karşı karşıya gelince Bedir’de, baba ve oğul
çoğalmıştı dillerdeki keşkeler,
haberler uçuran bir güvercinin kanatları altında
eleverir bizi ahir zaman.

Sen gittin, hazan düştü bahçemize
Sen gittin, tarumar oldu her şey
Sen gittin, geriye doyumsuz bir aşk bıraktın bize.

hicretimiz var kervan kervan yurduna
bizi de coşkuyla karşılar mı Medineli kadınlar
kardeş kabul eder mi ensar bizi de
ondört asırdır takvimlerde kalınca bahar
adı Muhammed olmayan güller dövünür.
omuzlarımızda taşıyamadığımız en ağır yük
bestelenmemiş gidişindi, sevdandı
hasretindi her taşa desen desen nakşettiğimiz!

ey gecemizi gündüze çeviren sevgili
kardeşin “Yusuf’u görüp
ellerini kesen kadınlar
seni görselerdi kalplerini keserlerdi”
nisanı unuttu yokluğunda dünya
nisyan sardı bütün cihanı sen olmayınca
her hayat bir ırmaktır sana akan
yolu sana kavuşamayanın
daim zehirdir damarlarında dolaşan.
yüzünü göster ağustos gülü oluversin ateş, çöller vaha
sen olmayınca gökler bir damla rahmet indirir mi
hasretinden çatlamış dudaklarımıza!
Necâşi’nin Zeylâ’sından davet var yine!
gel ki nisanı nisan gibi, baharı bahar gibi
aşkı aşk gibi yaşalım bir daha!
müjdelediğin gibi altı asırdır
ezanlar hala dalgalanır Konstantin burçlarında.

heybemizde senin özlemin
dünya saltanatına bedel kaç insan
hizmetkarın olmayı istemişti.
şimdi bahtsız bir kıtada iz süreriz sana kavuşmak için
şimdi resimlerle tarifsiz uçurum kenarında dünya
gül iklimini çoktan yitirdik sevgili
hicran mevsimine düştük, masallarla büyütüldük
oysa adın anılınca susuyor bütün masallar
kırmızı kokuyor özlemin, gül kırmızısı
ne çok yakışırsınız birbirinize
Sen ve kırmızı!

Sen gittin, hazan düştü bahçemize
Sen gittin, tarumar oldu her şey
Sen gittin, geriye doyumsuz bir aşk bıraktın bize.



kirli yağmurlarla ıslanıyor dünya
güneş, ışığını suçlu indiriyor yeryüzüne
yokluğunda geceler kavuşur mu gündüze!
gel, yıldızlar dökülsün yollarına
müjdelesinler tek tek Muhammed Mustafa’yı
gel, yorgunluk çöreklendi yokluğunda omuzlarımıza
gel, gülü koparmadan sevmeyi öğret bize

seni yaşayınca gülistan oluyor dünya
seni yaşayınca gül kokuyor insan.
geldin! bin dört yüz seneler geçti
rüzgarlara kapıldık firakınla, izini kaybettik
sen sevmeyi, sevilmeyi öğretirken bize
anne karnında kurşun sesleriyle tanıştı bebekler
sen sevgi ekerken, biz ölüm, biz zulüm
biz sevgisizlik koklamaya başladık
ey nebi! senin getirdiğin nurla yeniden dirileceğiz
düştüğümüz yerden, kaybolduğumuz yerden kalkacağız yeniden
ey gelişiyle karanlıkları aydınlığa çeviren sevgili!
bugün gibi, yine bir pazartesiydi gidişin
yüz yirmi beş bin değil şimdi milyonlar diyor ki ey Resûl:
"Allah'ın elçiliğini ifa ettin
vazifeni hakkıyla yerine getirdin
bize vasiyet ve nasihatte bulundun!"

"Şâhid ol yâ Rab! şâhid ol yâ Rab! şâhid ol yâ Rab!"
"İkisi de sen haklısın derse ne olur?
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Fizikte bir kaide vardır. Artı artıyı, eksi eksiyi iter. Zıt kutuplar birbirini çeker. İki kişinin ikisi de ben haklıyım derse netice de kavga çıkar, huzursuzluk başlar. Birisi sen haklısın derse kavga biter.
Karı kocadan biri de diğerine sen haklısın derse geçim olur. İkisi de ben haklıyım derse geçim olmaz. Peki, ikisi de sen haklısın derse ne olur? O evde ilahi aşk başlar."
 

Ferîdüddîn-i Attâr, bir sohbet esnâsında amel yaparken riyânın, korkunç bir âfet... olduğunu, Allahü teâlânın rızasına uygun olmayan işlerin, amellerin beyhûde olduğunu söyledikten sonra şöyle bir menkıbe anlattı:

Sâlihlerden biri bir mescide sabaha kadar ibâdet etmek için girmişti. Geceleyin bir ses duydu. Sanki mescidde biri vardı. O zât, kemâl sâhibi birisinin geldiğini zannetti ve aklından; "Böyle yere büyük zâtlar ancak Allahü teâlâya ibâdet etmek üzere gelir. Bu zât beni görür, hâlime nazar kılar." diye düşündükten sonra, bütün geceyi seher vaktine kadar ibâdetle geçirdi. Duâda bulundu. Kendini nasıl göstermek istiyorsa öyle yaptı.

Seher vakti etraf ağarınca geriye dönüp baktığında bir köpeğin yattığını gördü. Kalbi utanç ateşi ile yandı ve kendi kendine; "Ey edepsiz herif! Allahü teâlâ seni şu köpekle terbiye etti. Bütün gece köpek görsün diye ve köpek için ibâdette bulundun. Ne olurdu bir gececik de Allahü teâlâ için uyanık kalsaydın. Ey nefsim! Senin bir gece bile Allahü teâlâ için riyâsızca ibâdet ettiğini görmedim. Sen, Allahü teâlâdan utanmaz mısın? Kendi kadrini mevkî ve dereceni şimdi gördün. Âlemde elinden bir iş gelmez. Gelse bile ancak köpeklere lâyık olur." dedi.

Anladım ki;
Gönül çuvalımdaki kelimeler sana yetmez..
Oysa gönlüm güzel olmasa bahçemde bir ''GÜL'' dahi bitmez..
Ey Sevgili!..
Senin "Aşk'ın" daim olsun,
.........Benim yaram olsa da fark etmez..!