24.04.2012

Zor iş be Azizim...

Zor iş be azizim... sevmek !
Bak hayat ne güzel sevmeye ne gerek..
İşin yok gibi...
Gece yarısı uykunu bölüp hayallerde düşünmek..
Hadi ya nedir ki sevmek ...
Bir somun ekmeğimiz var ona şükür gerek ...
Bölünmüş ruhunun parçalarını toplayamazsın ,acır sınırsızca..
Aklın dağılır uçar bir bahar kokusuna...
Ordan yitirdiğin aklın konar bir kuşa..
Bir bakarsın kuş pır pır eder yüreğinin çırpınışlarında..
Ah be azizim zor iş sevmek...
Her daim gönlünde gözlerini görmek ...
Üstüne birde burnunun sızısı gibi özlemek ...
Sicim sicim senden içeri gözyaşlarıyla gözlerinden dökülmek...
Kaldırımlardan sokaklardan yüreğinde taşıdığınla yürümek
Okuduğun kitaplarda bile onun ismini görmek..
Hatta bazen sevgi,içinden taşan o hayalle konuşmak demek...

Yok be azizim hiç bana göre değil neymiş ki sevmek ?...
Zor iş be azizim zor iş... sevmek !

Pardon ne dedin anlayamadım...

Sevmek..Hayat mı demek ?..

O zaman kendini sevdiripte gidenler utansın desek...
Bu şiire birde uslubunca bir şerh düşsek...

/ Nur Hayat Şuara /

Kadim Dolunay




Şiir’i doğru anlaman için bir sır:

“Yüreğimi okuyabilmen için, gözlerime sevgiyle bak..
Madde’ye değil, Mana’ya bak..”


Kalbimde gül, yüzümde gonca yetiştiren yâr,
Yüreğin aşina bakıyor, gözlerin ağyar…

Bugün, yokluğunun uçurumunu çiziyorum suretime,
Hece hece sensizliğe düşüyorum.
Bakışlarımdan okunuyor gidişinin salâsı,
Kefensiz gitmelere gömülüyorum.
Nedir bu sevgimizin payına düşen inkâr?
Yüreğin hüzün çığırıyor, gözlerin ikrar…

Bugün, bir şeyler var boğazıma düğümlenen,
Her düğüme bir ah sürüyorum.
Dalgalanıyor zaman zihnimin en köhne yerinde,
Bir anıdan bir anıya sürülüyorum.
Olmaz mı bu ayrılık kavuşmaya feda?
Yüreğin vuslat okuyor, gözlerin veda…

Bugün, sükût perdesinden seyrediyorum dünyayı,
Haykırış desenli yorganlarda üşüyorum.
Acının örtüsüne dikiyorum bakışlarımı,
İplik iplik sökülüyorum.
Ne zaman açılır ki bu geçit?
Yüreğin gel diyor, gözlerin git!…

Bugün, karanlık yine itiyor güneşi dağların ardına,
Kızıllığın kan renginde yüzüyorum.
Bir sen kalıyorsun aydınlıktan geriye,
Hüznün avuçlarına dökülüyorum.
Artık bu yorgun çelişkiden uyan!
Yüreğin dayan diyor, gözlerin yan…

Bugün, sürükleniyor vakitler yine yarına,
Bir ömrü, bir günden süzüyorum.
Bi dünya sessizlik boşalıyor ışıksız odama,
Boynumdan kalbe bükülüyorum.
Mecnun ellerimden tutarken, nerede Leyla?
Yüreğin sükût içinde, gözlerin vaveyla…

Kadim Dolunay

N’ideydim





N’ideydim âlemi, âlemde hayrânın olaydım yâr,

N’ideydim âdemi, âdemde kurbânın olaydım yâr.

.



N’ideydim hûr u gılmânı, n’ideydim bâğ-ı Rıdvân’ı,

N’ideydim başka seyrânı, sana seyrân olaydım yâr.

.

N’ideydim devlet-i câhı, n’ideydim izzet-i şâhı,

N’ideydim mihr ile mâhı, sana mihmân olaydım yâr.



.

N’ideydim yâr u ağyârı, n’ideydim bülbül- i zârı,

N’ideydim gül ü gülzâr ı, sana giryân olaydım yâr.

.

N’ideydim yârın olsaydım, n’ideydim varın olsaydım,

N’ideydim zârın olsaydım, sana nâlân olaydım yâr.

.

N’ideydim zülf-ü leylâyı, n’ideydim çeşmi şehlâyı,

N’ideydim başka sevdâyı, sana sûzân olaydım yâr.

.

N’ideydim şânına layık, Hulûsi’n olmasa âşık,

N’ideydim olmayı ayık, sana mestân olaydım yâr…

.

Osman Hulûsi Efendi





Ah ! Ruh-u Leylam

Ah ! Ruh-u Leylam...

Ruhumun ince dokunuşlarının dünyasına sıkıştırılan Leylam..
Ey goncasında gül derleyemediğim sevdam...
Kırılgan bakışlarında dünyayı bulduğum ey Ruh-u Leylam..
Ah Leylam ..Ah kara sevdam ..
Aşkı aşk yapan imkansız oluşundaki sırda gizlidir../..
Aşk ne kadar imkansızsa o kadar derinleşir../..
Aşk sesinin ahenginde ruhun ebedileşir.../..

Ah Leylam bağrıma açtığım yaram ...

Sen ! Dediğim gün Ben bitmiştim.../...
Ezelden duyduğum sesinin Ebediyle devleşmiştim ..
Güneşi kıskandıran bakışlarından mı aldın gönül buseni..
Her inzivanda vicdanımı yakan sözlerinde küllenmiştim...

Ah Ruh-u Leylam... İmanınla bir şahin gibi havalanan..

Ruhunun okunuşlarında Zeyneplerin gözyaşları saklı..
Her tuttuğun elin sıcaklığı adeta Hz. Havvanın bahtı..
Yüzyıllık ses duyulsun gönüllere sirayet etsin Leylanın aşkı..
Tüm gücünle çağlara haykırmalısın ..
Gayen derya-ı Aşksa /o deryada boğulmaya mahkumsun../...
Gayen Allah'a varmaksa / aşkın heybendeki şevkli azığın olsun../..

Leylam..Ah Ruh-u Leylam..Ruhumda bulduğum aynam ...

Kırılganlığın asaletindendir ..
İnceliğin ferasetinden..
Yüreğine akan gözyaşların sevginden ..
İmanınla içindeki fırtınaları susturuşun basiretinden...

Bil ki
Herkes bu dünyaya bir şeyler eker...
Ama gerçek Özgürlük /
Abdullah olmaktan geçer../..
Ah Leylam..
Dinine ihanetin yaklaşıyorsa soğuk sesi..
Kes !..Şahdamarından sana ulaşan vesveseleri..
Hak beLLi Hakikat beLLi...
Dünya ,nefis, şeytan üçgeninde oyalama kendini ..
Ve bir gün duyacağız ...
Kainatın her yerinden La İlahe İLLALLAH seslerini...

Ah Leylam yandıkça yüreği kor olan..

Bir tek sen değilsin ki bu dava için yanan.../..
Çivisi çıkmış bu dünyada / gel Hak bu diye haykıran .../..
Bir tek sen değilsin ki Aşkın makamlarını araştıran.../..
Nice şemsler geldi geçti Güzele ayna olan ../..
Bil ki seni sen yapan ne şemstir ne Mevlana.../..
Kur'an Hakikatlerinde yoğunlaş gerisine aldırma.../..
İmanında yükseldiğinde hayra ermişsindir../..
Gayeni Kaybettiğin Gün Bitmişsindir.../..

Ah Leylam ruhunun kıvrımlarında aşk yakan ...
Lisanı hep Hak için haykıran ...
Deminde seni sevmek ...
Bin ızdıraptı bin elem .../
Mevsimler geçerken gözlerinden.../
Her susuşun alnıma yazılmış çilem../
Konuş ...Konuş ..Razıyım alev çıksın sözlerinden.../

Yazan / Nur Hayat Şuara / Yorum / Can Demiryel

Senin mahzûnun olmak bana şâdân olmadan yeğdir

Senin mahzûnun olmak bana şâdân olmadan yeğdir
Gamınla ağlamak ellerde handan olmadan yeğdir Cihânın izz ü câhın böyle iz’an eyledim ben kim
Eşiğinde kul olmak dehre sultân olmadan yeğdir Düşüp kûy-ı harâbât içre sûfîkâse-lîs olmak
Serîr-i devlete fağfûr-ı hâkân olmadan yeğdir Cihân-ı bi-sebâtın rağmına devr ettirip câmı
İçip lâ-ya’kul olmak şâh-ı devrân olmadan yeğdir Şarâb-ı aşk ile Nev’i gibi mest-i müdâm olmak
Bakıp bu ni’met-i dünyâya hayrân olmadan yeğdir
Nev'î

Merhaba anne...


Merhaba anne,

Yine ben geldim.

Merak etme okuldan çıktımda geldim.
Annelerde babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama
Ali 'Okula gitmezsem annem çok kızar, merak eder' demişti de
Onun için söylüyorum.
Geçen hafta öğretmen,
Sağ elimde sarımsak, sol elimde soğan dedirte dedirte
Öğretti sağımı solumu.
Ben biliyorum artık Anne sağım neresi, solum neresi.
Ağrıyan yanımın neresi olduğunu şimdi iyi biliyorum anne.
Hani geçen geldiğimde “şuram acıyor işte şuram” demiştim de
Bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne
Bak şimdi söylüyorum
Şuram işte,

Sol yanım çok acıyor anne.
Hem de her gün acıyor anne her gün.
Dün sabah annesi Ayşe'nin saçlarını örmüştü.
Elinden tutup okula getirdi.
Yakası da danteldi.
Zil çalınca öptü, “hadi yavrum sınıfa” dedi.
Bende ağladım,

Ağladım hiç de utanmadım.
Öğretmen ne oldu dedi.
“Düştüm dizim çok acıyor” dedim. yalan söyledim anne.
Dizim acımıyordu ama sol yanım çok acıyordu anne.
Bugün bende saçım örülsün istedim.
Babam ördü ama onunki gibi olmadı.
Dantel yaka istedim.
Babam 'Ben bilmem ki kızım' dedi.
“Bari okula sen götür” dedim.
'Kızım, iş' dedi.

Bende “banane dedim, ağladım.
'Kızım, ekmek' dedi babam.
Sustum ama okula giderken yine ağladım anne.
Ha bide sol yanım yine çok acıdı anne.
Herkesin çorapları bembeyaz, benimkiler gri gibi.
Zeynep 'annem beyazlara renkli çamaşır katmadan
yıkıyormuş' dedi.

Babam hepsini birlikte yıkıyor.
Babam çamaşır yıkamasını bilmiyor mu anne?
Uff babam, her gün domates peynir koyuyor beslenmeme.
Üzülmesin diye söylemiyorum ama
Arkadaşlarım her gün kurabiye, börek, pasta getiriyor.
Biliyorum babam pasta yapmasını bilmez anne.
Hava kararıyor, ben gideyim anne.
Babam bilmiyor kaçıp kaçıp sana geldiğimi.
Duyarsa kızmaz ama çok üzülür biliyorum.
Kim bozuyor toprağını,
Çiçeklerini kim koparıyor.
İzin verme anne ne olur toprağına el sürdürme.
Eve gidince aklıma geliyor bide bunun için ağlıyorum anne.
Bak kavanoz yanımda, toprağından bir avuç daha alayım.
Biliyor musun anne her gelişimde aldığım topraklarını şu kavanozda biriktirdim.
Üzerine de resmini yapıştırıp başucuma koydum.
Her sabah onu öpüyor kokluyorum.
Kimseye söyleme ama anne.
Bazen de konuşuyorum onunla.
Ne yapayım seni çok özlüyorum anne.
Ha unutmadan,

Öğretmen yarın anneyi anlatan bir yazı yazacaksınız dedi.
Ben babama yazdıracağım.
Öğretmen anlarsa çok kızar ama banane kızarsa kızsın.
Ben seni hiç görmedim ki neyi, nasıl anlatacağım anne.
Senin adın geçince sol yanım acıyor anne.
Hiç bir şey yutamıyorum.
Bazen de dayanamayıp ağlıyorum.
Kağıda da böyle yazamam ya anne.
Ben gidiyorum anne,
Toprağını öpeyim, sende rüyama gel beni öp.
Mutlaka gel anne,

Sen rüyama gelmeyince sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne.

Sol yanım acıyor anne.
İşte tam şurası,

Sol yanım çok acıyor anne.
Seni çok özledim,

Anne çook.
..
 
 
 

Rabbim var keder yok!

 
 
Çalınan her kapı hemen açılsaydı, ümidin sabrın ve isteğin derecesi, kıymeti anlaşılamazdı der. Hz mevlana. Ne güzel ifade ediyor değil mi? hayat denilen koşturmacanın özetini.

Düşünsenize herşeye biranda ulaşabilseydik, neyin kıymetini anlayabilirdik ki.Ümidin sabrın mayası ve değeri yaşadıklarımızın, uğraştıklarımızın değeri hemen ulaşılamamaya bağlı.Niçin böyle bir giriş yaptım.Zorluklar karşılayacaktır insanı en onulmaz anda , sıkıntılar dirhem dirhem eritecektir belki ; ama her zorluk sabrı, her sıkıntı ; vefayı öğretecektir.Belki karşına çıkacaktır karşılıksız seven, değer veren gönül erleri....Böyle bir ümitsizliğin pençesinde hatta hayata veda etmeyi düşünen bir kardeşimizin dramında yaşıyoruz bütün bu duyguları.Kimden mi bahsediyorum.



Adı Bahar olan, kır çiçekleri gibi rengarenk hayalleri olan ; ama ulaşamadığını düşündüğü için çaresiz kalan bir kardelenden bahsetmek istiyorum. Tüm sıkıntıları gögüsleyen ama tükenen ve artık hiçbir çıkış yolu olmadığını düşünen bir kardelendir bahsettiğim.Belki de ismini koyarken annesi nazlı nazlı büyüsün çiçekelr gibi güzel olsun, etrafına hep hayırlı evlat olsun diye belki de adını Bahar koydu. Binbir nazla büyüdü, hep el üsütünde tutuldu.Ta ki evlenene kadar... Elin oğlu nazdan anlamaz, anne gibi şefkatle saramazdı.Yaş yirmiye geldiğinde aynı kasabadan bir gençle evlendirildi.Beyaz gelinlik de nasıl yakışmıştı oysa.Mutlu bir yuva kurmak ve çocuklarını seygiyle büyüten bir anne olmaktı hayali.

Keşke geçmişe şöyle baktığımızda hayallerimiz gerçek olabilseydi.Ama her hayal kavuşmuyor yurduna.Hayatın gerçekleri kanatıyor insanın yüreğini. Bahar için de artık hiçbir şey kırçiçeği güzelliğinde olmuyor artık. Hayat soğuk yüzünü göstermeye başlamıştı bile, geride sadece gözyaşı var hayatında, anlatamadığı paylaşamadığı çaresizliği bir de....Bahar artık solmuş günler artık hazan olmuştu.Artıl solmuştu benzi, sararmıştı yapraklar. Onun için tek çözüm artık bu dünyadan göçüp gitmek.Fazla acı çekmeden gitmek.Psikolojisi bozumuş ve hiçbir şeyi sağlıklı düşünemiyor.Rabbimin düşmanıma bile vermesin dediği bir dua haykırdığı...Biliyor musunuz yüzünde silah patlıyor.Korkunç planını uyguluyor yani...pişmanlığı artık hiçbir sonuç vermiyor. Madem ki dünyadan ayrılmasına izin verilmedi. O halde rabbim var keder yok diyebilmeliydi. Güçlü olabilmesi gerekiyordu.Yeni bir hayat bekliyordu onu.Bütün bunları ağlayarak anlatıyor.

''Bütün zorluklara gögüs germeliydim''.

Rabbim bana öyle bir güç verdi ki o yüzden şu an hayattayım.Yaşama gücünü insan kaybedebilir ama onu kendine sonlandıramayacağını biliyordu. Hayatı veren rabbim kendisi de alabilirdi.

Buna artık sonsuz inanıyordu.Yılmadı ve şu an hayata tutunmuş olarak tebessüm ediyor artık. Bahar rüzgarları esiyor yüreğimde artık maneviyatın güzelliğini yaşıyorum şükürler olsun diyor. Bizi sorarsanız biz bildiğiniz gibi....Ribat Aşevi olarak yine fakirin umudu olmak için yollardayız.Her yol bir drama her yol bir umuda götürüyor bizi.Tıpkı bugün olduğu gibi......

Bahar hanımı merak ediyorsunuz değil mi? O da şu an o kadar huzurlu ki, tekrar tekrar haykırıyor Rabbim Var Keder Yok.


Gökhan KIRLANGIÇ

Huzur...


Secdede huzur bulmak varken..

Ateşin dehşetli kucağına düşmek akıl kârı değil..!

Kalp..


Kalp bir bahçe gibidir.

Onda mutlaka birşeyler bitecektir.

O halde güzel şeyler ekin ki güzel şeyler bitsin!

.



Hz. Mevlana

En büyük yetimlik!

“En büyük yetimlik Allah’tan kopuk yaşamak,

O’nu bilmeden yaşamaktır.

Şu kainata “Allah yokmuş” gibi baktığımızda

Bütün varlıklar yetim kalır, her şey yabancılaşır..”

.

Senai Demirci

Can...




Can, paslı bir bıçak yarasıdır varlığın göğsünde.

Tenin beyaz yüzünde bir kardelen hülyasıdır, en canlı yıldızı, yerin en kanlı çiçeğidir.

Yarada kabuk bağlayan her neyse, buzda kristal kristal biçimlenen ne ise, gökten yukarıda, yerden aşağıda ne varsa kaynayan, hepsi can yüzünden, hep can gözünden, hep can özünden.

Yüreğimizin yayında gerili oktur can, ki buralı değildir, şimdiye razı değildir; bizden önceleri ve bizden sonralarıdır.

Gölgemizin kuytusunda saklı hayaldir can, ki bizden ama bizden kalmayandır.

Alnımızda doğmuş şebnemdir can, ki bizden ama bize ait olmayandır, bizden ötelerde aşkları vardır…

.

Senai Demirci

:)

Bildiklerini anlat, ama akıl vermeye kalkma, anlatılanları iyi dinle, ama hepsini doğru sanma.Sessiz kalmak, bir şey bilmediğin anlamına gelmez, çok konuşmakta çok şey bildiğini göstermez. Herkesi kendine eşit gör, her kim olursa olsun bir insanı küçümsemek akılsızlık, çok büyük görmekte korkaklıktır. Cesaret akıldan gelirse cesarettir, bilgisizlikten gelirse cehalettir...!!

Hatırlar Mısın?



Hatırlar mısın oyuna daldığın solgun ikindileri? Terk edilmiş sokak başlarını süsleyen çocuksu neşelerde yitirirdin kendini. Üşüdüğün aklına düşmezdi. Toprak kiri ellerini küçük sevinçlerin yumağına sarıp ısıtırdın. Gece, kuzgunî bir şal gibi ağır ağır omuzlarına çökerdi; aldırmazdın. Oyunun heyecanıyla aydınlatırdın yüzünü, gözlerini. Acıktığını fark etmezdin. Oyuncak zaferleri kut ve gıda eylerdin kalbine. Evi unuturdun. Sıcak odalardan uzaklığına yanmazdın. Bilmezdin ki sen pencere önü çiçeğisin. Derken, ılık bir anne sesi çekerdi kulağını. “Hadi oğlum eve gel!” “Bak yemeğin soğuyor!”



Ezanı öyle sıcacık bir ana çağırışı say işte! Ardında sakladığı mutlulukları unuttuğun, aydınlığını özle(ye)mediğin ulvî pencerelerin pervâzından salkım saçak taşan ana merhametidir. Hasretlerine mukabele edemeyecek, kalbine gıda vermeyecek oyunların telaşını durduran, yumuşak, tatlı, munis, âşina bir sesleniştir ezan… “Akşam oldu; ömür bitiyor, eve dön, varlığını sonsuzlayacağın kapıyı aç… Hava karardı; gönlüne teselli veren renkler çekildi. Hüzün ve korkuların ellerinin nereye vardığını göremeyeceğin kadar koyulaştı. Yüzüne varacağın, huzura konacağın pencerenin önüne gel. Bak, iyice soğudu da hava, üzerin tiril tiril, kaygıların kışında sıkışan göğsünü sarabileceğin bir yakınlık şalın bile yok… Yuvaya dön, sonsuz yumuşaklıkta bir yastığa başını dayar gibi secdeye var; namazın avuçlarına dök eteğinde biriken yetimlikleri, yabanlıkları…. Sımsıcak bir çorbayı yudumlar gibi, dudağının arasına al dualarını, damağına değdir suskunluğa zincirli fısıltılarını.. Çamura bulanmış ellerini, dünyanın kiriyle kararmış yüzünü kara(n)lıkların tozuna bulaşmış gözlerini, abdestin çeşmesinde yu…”

Kalbine bir ana bakışıdır namaz.
De ki:
İyi ki geldin sıcak yanım
Ölümü sol köşede eritti bakışların..



Apansız, teklifsiz gözüne girip girip gönlüne asla teselli sunmayan billboard resimleri gibi yolunu kesen, gönlünün mah/pus fısıltılarını duymaktan seni alıkoyan fırsatçı bezirgânlar gibi habire sa/taşan, seni durmaksızın koşturan ama menzil vaad etmeyen yürüyüş bantları gibi yoran “büyük” işlerden çekip alır seni namaz. Hırslarının hazlarının yapışkan kuytusuna itip unuttuğun, kentlerin kuru gürültüsünde ninnileyip uyuttuğun, ağzına gündelik telaşlarını kapatıp susturduğun yetim çocuğu hatırlatır sana. İçindeki çocuğun elinden yeniden tutar. Namaz, küçük bir kız çocuğu yumuşaklığında sokuluverir yanına. Küçücük yüzdeki tebessüm içinde saklı kuşları nasıl sonsuz genişlikte bir göğe çağırıyorsa, daracık seccadenin yüzünde saklı vaadler de kalbini sonsuz genişlikte bir göğüse yerleştirir. Küçük kız çocukları gibi, gözlerine toplar cümle çığlıklarını. Tepeden tırnağa bir bakış olur, gök mavisi gözlerini üzerine yağdırır şefkat kurağı çöllerinin. Bir damla gözyaşının seline kapılır; yıkılır, yok olur, silinir sığ haritalarda çizdiğin öncelikli ülkelerin/ilkelerin. Bakışına dayanılmaz o meneviş gözlerin. Menziline girdiğin dem vuruldu bil yüreğin.



Küçük ve yumuşak elinin çekimine karşı konulmaz kız çocuğunun. Küçük bir gayretle çekip alabilirsin elini elinden gerçi. Yüzünü azıcık çevirip gözlerinin hapsinden firar edebilirsin kolayca.. Ama.. Kalbini sarıp sarmalayan avuçlar, gönlüne kelepçeler takan bakışlar seni sana sürükler. Kendi kıyında bulursun kendini yeniden. Hatırla ki, Medineli bir kız çocuğu Peygamber’in [asm] elinden tutacak olursa, kız çocuğu O’nun elini bırakıncaya kadar O elini çekmezdi. Namaz, gözleri menevişli, saçları kıvır kıvır bir kız çocuğu gibi, ardı sıra koşturduğun-sözüm ona-büyük işlerden koparır seni. Kalbinin yanına çağırır nefesini. Hesapsız, kıyısız neşelerin köşesine oturtur sesini/sessizliğini. Sonsuz, vedasız baharların renk/ahenk çiçekleri dibinde yatıştırır iç çekişlerini. Sade, duru bir tebessümün yanağında durultup süzer cümle gönül kırışıklıklarını/karışıklıklarını. Sever seni, sevindirir, sevildiğini bilir, sevildiğine sevinir. Cismi şefkatinin yanında pek sönük kalır. Bedeni yüreğinin göğünde pek cılız durur. Sarılır göğsüne, yüzünü yüzüne değdirir. Ama içinde parlattığı incilerin üzerini kapatır, derûnunda beklettiği sözleri senden sakınır. Suskundur; yarım ağız konuşur gibidir; lâkin söyleyeceği ne çoktur, ne çoktur…



Gözlerine bir kız çocuğu ağlayışıdır namaz.
De ki:
Gözlerin ışık seli senin,
Al karanlıklarımı gözbebeklerinde yıka”



Senai Demirci

Şimdi bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara…


Şimdi bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara…

Yerden, dağlardan kaynamaları TESADÜFÎ değildir. Çünki onlara terettüb eden âsâr-ı rahmet olan faidelerin ve semerelerin şehadetiyle ve dağlarda bir mizan-ı hacetle iddiharlarının ifadesiyle ve bir mizan-ı hikmetle gönderilmelerinin delâletiyle gösteriliyor ki;

bir Rabb-ı Hakîm’in teshiriyle ve iddiharıyladır.

Ve kaynamaları ise, O’nun emrine HEYECANLA imtisal etmeleridir.



33. Söz; 20. Pencere



teshir: zapt iddihâr: biriktirme imtisal: uyma

Yine, yine, yine hoş geldin Efendim..

Yine, yine, yine hoş geldin Efendim..
Zât-ı mübareğin ne kadar masum ve pak..
Ne güzel, Sen hep güzeldin, hep güzelsin..
Zulmete ilacı asırlar öncesinden gösterdin..
Karanlıklara ışık Sensin..
Kainatın kaderini aydınlatacak kandil Sensin
Korkuları giderirsin..
Yürekleri ferahlatan ses Senin
Hoş bulmasan da bizi..
Derin bir mahçubiyetle aralıyoruz gönül kapılarımızı..
Gelir misin bize de Efendim..
Doğar mısın karanlık gecelerimize..
Güler misin kara bahtımıza..
Günahtan kararmış sinelerimize dokunur mu nurdan ellerin
Tebessümüne layık olmayan ama Seni üzmekten de çokça korkan şu garip nesle bir ümit olur musun?


♥…

Çok üşüdüm...


Usul usul yağar kar

Kiminde neşe, kiminde gam…

Buz gibi düşen kar taneleriyle kızarmış minik ellerini ovuştururken boynu bükükler

Eldivenli çocuklar sıcak evlerinden karın bir an önce çoğalmasını bekler..

Oynadığı karın yan sokaktaki arkadaşının elini acıttığını bilmez o masum yürekler..

Seni seven otağındadır.

Sana yanan sıcağındadır.

Ne sevebildim…

Ne yanabildim..

Çok üşüdüm…

Beni de sar…

Gül diyarının biricik gülü..!




Gecenin simsiyah sessizliğinde yine seni anıyorum ey sevgili. Yine seni anıyorum büyük bir hasretle, büyük bir sevgiyle…

Kayaları döven hırçın dalgalar gibi, deli deli esen çöl rüzgarları gibi, damla damla yağan yaz yağmurları gibi yine seni anıyorum ey sevgili, yine seni…

Acı poyrazlar bitmiş yerine koyu bir sükûnet dumanı çökmüştü.çaresizlik son demlerini yaşıyordu. Gül diyarının biricik gülü, sen ey resul yakıcı çöl sıcaklığında serin bir meltem gibi okşuyordun gönülleri. Sevginin doruklarına doğru bir tırmanış başlamıştı şimdi. Ruhsuz, kupkuru çöllerden gönül bahçelerine!

Sensizliğin soğukluğu titretirken vücudumu efendim, seni düşledim hicranla, umudun demir atmış limanlarında. Seni birilerine anlatmak, gönül ikliminden kopup gelen duyguları paylaşmak istedim. Belki kalbimdeki ateşi birazcık dindirebilir hissiyle. Yaradan aşkıyla dolu yüreğini biraz da olsun hissedip gözyaşı dökme umuduyla… umutlarımın boşa çıkmayacağı dileğiyle kalemimi sana açıyorum ey sevgili. Hoş geldin sayfama, hoş geldin kalemime, hoş geldin hasret dolu yüreğime diyorum.

Sonbahar mevsimine döndüm ey sevgili. Her geçen gün bir şeyler eksiliyor bedenimden. Kurumuş yapraklar gibiyim. Bir o yana, bir bu yana sallanıyorum. Sensizlik beni bilinmezliklere sürüklüyor, sensizlik beni uçurumlara yuvarlıyor. Ucu bucağı görünmeyen nihayetsiz uçurumlara.

Dipsiz bir azabın kuyusundayım ey sevgili. Sensizlik yüreğimi hançerliyor, tıpkı görünmez bir kamçı gibi şaklıyor ruhumun en derinine. Seni düşünmeden bir anım bile geçmiyor, seni düşünmeden bir günüm bile geçmiyor…bu çaresizlik omuzlarıma ağır bir hüzün gibi çöküyor. Gönül ağacımın dalları hasretine tahammül gösterip eğildi; ama henüz kırılmadı. Bu hazin tablo ne kadar sürer bilmiyorum. Ey sevgili, tek bildiğim sana kavuşmadan bu hasretin bitmeyeceği.

Kalbime damlayan hüzün damlalarında seni duyuyorum ey resul. Sana olan hasret kalmışlığımı gözyaşlarına vuruyorum. “kalp hüzünlenir,göz yaşarır” demiştin ya işte bu yüzden. Belki senin sahabelerin gibi ağlayamıyorum. Ömerin gibi, fatıman gibi olamıyorum; ama yine de senin aşkınla ağlıyorum, yüreğimi yakıp kavuruyorum. Aklıma senin için ağlayan hurma kütüğü geldi. Hani her zaman hutbeni okurken ona dayanırdın. Bir zaman sonra ashabın minberini yapınca ona dayanmaktan vazgeçmiştin. Bunun üzerine senin yokluğuna dayanamayan kütüğün, iniltilerini duymuştun da onu teselli etmiştin. Şimdi, ey sevgililer sevgilisi bizim iniltilerimizi kim duysun, kim duysun da bizi teselli etsin?

Gönül deryamın en derinindeki inci, susuz topraklara su getiren sevgili, gönül bahçemde açan güller boyunlarını büktüler. Seni soruyorlar, seni arıyorlar. Güllerin efendisini arıyorlar. Gökyüzünde hüzünlenen bulutlar sana ağlıyorlar. Gözyaşlarını döküyorlar denize, seni arıyorlar sevgililer sevgilisini arıyorlar…

Sis dağının perdelerini aralayarak mübarek hayatından kesitler geliyor gözlerimin önüne. Uhud’daki kahramanların geliyor. Senin öldüğünü zannedip hüzne kapılan ashabına, “niye burada oturuyorsunuz, o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız?”diyen sahaben canlanıyor gözlerimde. Öyle bir atılmıştı ki savaşa bu cesur yiğit, savaş sonunda kız kardeşi onu sadece tırnaklarından tanıyabilmişti şimdi ey resul, sana verilen onca can varken biz sensiz yaşayıp da ne yapalım?

zifiri bir karanlık çöküyor gönül alemimde. Umutsuzluğun derin uçurumlarında yuvarlanıyor gibiyim. Düşündükçe senin bize anlatmak istediklerini anlamayışımızın hüznü vuruyor ıstıraplı çehreme. Umutsuzluğun dipsiz kuyusunda acılara doğru yol almaktayım artık. Sessiz çığlıklar yankılanıyor bu dipsizlikte. Tam umutlarım tükendi derken bir ışık huzmesi yayılıyor karanlığın bağrına. Önce yaradan’ın rahmeti, sonra ey sevgili senin dilinden “kişi sevdiğiyle beraberdir” hadisi. Tekrar tüm umutları yüklenip yol alıyorum hayata. Umut ve umutsuzluk arasında sevgimi yaşamaya çalışıyorum. Umut, güz yaprakları gibi birer birer dökülürken her sonbaharda yere, ben yine de her baharda yeşereceğini biliyorum. Çünkü bahar sensin, umutsuzluğumu saran umut sensin!

Ey kainatın gülü seni sevince her mevsim bahar, her yağmur rahmet, her gece gündüz oluyor bana. Seni sevince hayat gül bahçesine dönüyor, dikensiz gül bahçesine… yüreğimde köpük köpük kabaran sevgi tomurcukları oluşuyor. Bu tomurcuklara yüreğimi teslim ediyorum. Bu tomurcuklara kendimi teslim ediyorum…

Sevgi dedim de, hz ebubekir düştü aklıma. Dost ebubekir, sıddık ebubekir… mağaradaki haliniz canlanıyor gözümde. Hani mübarek başını koymuştun ya dostun dizine, o da sen rahatsız olmayasın diye kıpırdamaktan bile çekiniyordu. Ebubekir kalbiyle ve duygularıyla ölçemediği bir ruh halindeydi. Bu an bir ömre bedeldi sanki. Ama birden iliklerine kadar işleyen bir sancı duydu o güzel dost. Bir yılan sokmuştu ayağını. Ama bu sancı engellemedi o anki saadeti. Kıpırdamıyordu, Resulullah rahatsız olmasın diye. Ancak acıya daha fazla dayanamayarak iki damla yaş düşmüştü dostun gözlerinden, mübarek yüzüne. Sadece iki damla… ne güzel sevgi, ne güzel sabır. Sevgili’ye duyulan ne büyük bir muhabbet!

Ey sevgili, hasret kabuğum çatlamak üzere. Damarlarımdaki kan, vuslat için hücuma geçti. Yüreğimdeki sönmek bilmeyen ateş kıvılcımlar saçmaya başladı. Sensizliğin ufkunda kayboluyorum. Nereden estiği bilinmeyen bir fırtınaya yelken açtım gidiyorum. Öyle bir gidiş ki, geri dönmek imkansız…

Ey sultanım, alınlarda pırıl pırıl yanan, ahlakı kur’an olan sultanım. Biz senin gibi sahip çıkamadık çaresizlere, düşkünlere. Senin gibi sevgi gösteremedik onlara. Düşkünlerin kanadı, çaresizlerin ilacı olan sultanım, çöl sıcaklığında bile üşür, üşütür olduk insanları! Oysa biraz sevgi, biraz şefkat, biraz hoşgörü yeterdi.

Gönül dünyama rahmet meltemi estiren elçi, penceremi açan rüzgardan aldım kokunu. O rüzgarda bir kez daha hissettim senin yokluğunu. Bir kez daha sensizliğin soğuk şerbetinden doyasıya içtim. Durmadan kanayan yaramın aslında sensizlik olduğunu bir kez daha hissettim.ey sevgililer sevgilisi gönül kapılarını aralayarak hasret perdesini açıyorum. Hasretin kara saplı bir bıçak gibi sivrilip saplanıyor bağrıma. Çok acı veriyor bana, çok…

Gönüllere sükûnet veren,kalplere sevgisini serpen, “ümmetim, ümmetim!” diyen gönül rehberim, hasretin alevlendi. Yanık yüreğim hasret yumağına döndü. Sen gittin ya ey resul, cürüm tohumları boy saldı bedenlerde. Şehirler, hicretteki mekke sessizliğine büründü. Sevgin beni bir hâl etti.ey sevgili bu nasıl sevgi; sesini duymadan, yüzünü görmeden,gözlerine bakmadan ey sevgili bu ne dehşetli sevgi? Hasretin vurdu tüm gönülleri. Hani baharı sessizce bekler ya tohum, işte öyle bekliyoruz seni ey sevgili. Sevgiyle, hasretle ve umutla…

Vehbi Akşit

Gözümün nuru, gönül pınarım, kalbimin konuğu nerdesin..



Gözümün nuru, gönül pınarım, kalbimin konuğu nerdesin..
Sen benimleyken gözümüz hiç başkasını görmezdi..
Boynumuzu eğer, dize gelir, söylerdik meramımızı titrek kelimelerle..
Seninle kapanırdık seccadeye..
Seninle yıkılır seninle kalkardık..
Seninle yüreğimizi yakan pişmanlıklarımızı dile dökerdik..
Birlikte Rabbim Sen ne büyüksün!.. ler der, aczimizi bilir, yüce rahmete sığınırdık..
En çok istediklerimizi sensiz isteyemezdik..
Sen olmasan kalbimiz üşürdü, sen sarmasan ateşlere düşerdik..
Sen.. sen bir uzaklaşsan bizden şirazemiz şaşardı..
Sensizliğin kuraklığı soldururdu gönül çiçeklerimizi
Hamdimiz tatsız, tesbihimiz sessiz, tekbirimiz hissiz kalırdı..
Sen dokundun mu bir kez yanağımıza, korkardık ya kalpten gelmiyorsan diye..
O endişeyle çağırırdık yine seni..
Refakatinle Rabbe ulaşırdı yakarışımız
Seninle hamde dokunurdu dilimiz..
Sen varken biz acizdik, sen varken biz kulduk..
Sen varken biz hiçtik, Rabbimizden korkardık..
Sen varken namazlarımızda titrerdi kalplerimiz..
Sen varken dizlerimiz taşıyamazdı nedamet yükünü..
Senli günlerimizi ne çok özledim..
Gel de dokun yanağımıza yine..
Yıka bedenimizi ne olur..
Senle çalalım yine Hakk’ın kapısını..
Af dilenelim.. Vefalı olalım.. Sabredelim..
Nefsimizin prangalarını kırıp hakikate koşalım..

Çağlayalım birlikte..

Hak, diyelim ve susalım, birlikte kanayalım..

Boş emelden geçip Hakk’la dolalım..

Silelim gururu, izzeti Hakk’a dilbeste olalım..



“Eğer âlemi bir kitab-ı kebir olarak görsen, kâtibinin kaleminin mürekkebi

Nur-u Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır.

Eğer âlemi bir şecere suretinde görsen, evvelâ çekirdeği, sonra meyvesi yine

Nur-u Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır.

Eğer âlemi bir zîhayat libasını giymiş görsen, onun ruhu

Nur-u Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm’dır.

Eğer âlemi bir gül bahçesi olarak görsen onun andelib-i zîşanı (şanlı bülbülü) yine

Nur-u Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm’dır.”

.

~Mesnevî Nuriye’den