15.05.2013

 
 
Ne tuhaf!
İnsanoğlunun yaşamda en geç keşfettiği şey şimdiki zamandı.
İnsan içinde yaşadığı ânı derinleştirmeyi zamanla,
Yani zamanı azaldıkça öğreniyordu.

Murathan Mungan


İki namaz arasındaki küçük günahlarımızı affedeceğini söyleyen
ve Namazı hayatımızın tümüne yayan
Ey benim Rahman Allahım:
Ne yücesin...

Mehmet Deveci

Malesef..



Bize değer vermeyen insanlardan uzak durmamızı isteyen bir peygamberimiz var...

Bunun ne demek olduğunu kalbiniz yorulunca anlıyorsunuz.
 
 
 
Bize değer vermeyen insanlardan uzak durmamızı isteyen bir peygamberimiz var...

Bunun ne demek olduğunu kalbiniz yorulunca anlıyorsunuz.
 


Bismillahirrahmannirrahim . . .
“Selam Olsun ALLAH’ın Ayetlerine İnananlara.”

(6/Enâm Suresi 54)

Evlilik mi, evcilik mi?

 
 
Evlilik, Allah’ın ayetlerinden bir ayettir… Bu ayeti düzgün okumak, doğru anlamak, güzel yaşamak durumundayız…



Evlilik bir ülkeye, bir ırka, bir dine, bir medeniyete, bir kültüre, bir çağa ait özel bir kurum değildir… Hatta sadece bu dünyaya has bir uygulama da değildir. Kökleri cennete kadar uzanan, Adem ve Havva’ya dayanan bir gerçekliktir… Ancak bilmek gerekir ki; hayatın en zor işi, en çetin virajı, en ciddi tercihidir…



Evlilik, sığınacağımız sakin bir liman mı, derin bir zindan mı bu süreç içinde kendini gösterir…



Evlilikte sükûtu hayale de uğrayabilir, huzur ve sükûna da erebilirsiniz… Ama çoğunlukla hayallerle hayatın örtüşmediğini görürsünüz… Bildiğim bir şey var; hayat toz-pembe bir şey değil, geleceğin güllük-gülistanlık olacağı da garanti değil… O halde gerçekçi olmak gerekiyor, evlilikten aşırı beklentiye girmemek en doğru olandır…



Kadın, “beyaz atlı prens” rüyâsından uyanmalı, erkek “melek” beklentisinden vazgeçmelidir… Bu konuda fazla beklenti içinde olanları bekleyen akibet; pişmanlık ve perişanlıktır… Masum olmadığımıza göre, melek olamayacağımıza göre, mükemmeliyetçi mahrumlardan olmamak için gerçeğimize dönmemiz lazım…



Ama önce evlilik bizim için nedir?



Bir alışkanlık mı? Arzu mu? Adet mi? Amaç mı? Araç mı? Amel mi? Yoksa bir macera mı? Manevra mı? Murad almak mı?



Evet, evlilik yük müdür, yücelik midir?



Ayak bağı mıdır? Bağımsızlık yolunda atılmış bir adım mıdır?



Bir üstünlük sağlama kavgası mıdır? Diz çöktürme, burnunu sürtme, gününü gösterme operasyonu mudur? Ya da gününü gün etme sevdası mıdır?



Seviyeli, nitelikli bir beraberlik midir? Yoksa acımasız bir barbarlık mıdır? Çileli, hileli, şikeli, şaibeli bir oyun mudur? Anlamlı, tutarlı, kararlı bir disiplin midir?



Birbirine çektirme, kin ve öfke arenası mıdır? Yoksa ulvi bir sefere, anlamlı bir arayışa adanma eylemi midir?



Evet, gerçekten evlenmekle ne yaptık? Zoru mu başardık? Belaya mı çattık? Battık mı? Bahtiyarlığı mı tattık?



İnsanlar neden bu kadar şikâyetçi? Niçin şükretmiyoruz?



“Ah”, “eyvah”, bol evlilikler çoğaldı… “Hamd” ve “sabra” sarılı evlilikler azaldı…



Görünen o ki, evlilikler yoruyor, eşler birbirini yıpratıyor, sonuç hazin bir tükeniş…



Kim ne derse desin gerçekten evlilik zor bir zanaat… Ciddi bir zahmet… Ağır bir külfet…



Gün geliyor, insanlar ya kendilerini veyahut da evliliklerini bitiriyorlar…



Aileler fay hattında… Depremlerin, depresyonların dipten gelen etkisi endişe verici… Artçı şokların ardı-arkası kesilmiyor…



Eşler arası paylaşım yok, çetin pazarlıklar bir türlü bitmiyor…



Birçok evli, evin içinde evsizliği ve yalnızlığı yaşıyor… Ya da kendisi evde, gözü dışarıda… Evliliğin cazibesi, evin çekim gücü gün geçtikçe zayıflıyor… Artık gençler, evlilikten ürküyor, çekiniyor… Evlilik düşünülmüyor, birlikte yaşamanın yolları aranıyor… İşlevsiz izdivaçlar, iğreti ilişkiler ile insanlar oyalanıyor…



Olan-biten nedir? Evlilik midir, evcilik oyunu mudur? Bilemiyorum…



Unutmayalım ki; evlilik bir kumar değil, kendini ve hayatı yeniden kurma eylemidir…



Evlilik, açık bir sözleşmedir… Ve bilelim ki; sadece insan olan evlenir, diğerleri çiftleşir…



İnancımız o ki; evlilikte, evlatta, emvalda, emtiada hepsi birer imtihan konusu, hepsi bize emanet…



Eminliğimizle, adil emirliğimizle, erdemimizle, edebimizle, samimi emeklerimizle biz bu sınavı sürdürebilir ve bu emaneti yüz akı ile taşıyabiliriz…



Çünkü iman ettiğimiz Kur’an diyor ki, mümin erkek ve kadınlar birbirlerinin velileridir… Velayet kanatlarını gerdiğimiz zaman ailenin nasıl bir sığınak, korunak, barınak olduğu anlaşılacaktır… O sıra vahyin şekillendirdiği Rahmani bir okul, rabbani bir disiplin devreye girmiş olacaktır…



Birbirine adanmış ömürler… En büyük nimet ve muhteşem bir devlettir.



Evlilik, eş olmanın çok ötesinde anlamlar taşıyor… Bunu farketmek durumundayız…



“Onlar sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtüsünüz.” (2/187)



Günahlardan koruyucu giysi… İsyana, üryana, hüsrana karşı örtü…



Rasulullah (sav) buyurmuyor mu? “İçinizden evlenmek isteyen evlensin. Zira evlenmek gözleri haramdan daha çok korur ve zinadan daha çok muhafaza eder.”



Kuşkusuz evliliğin ulviyetini, kudsiyetini kimse inkâr edemez… Ama nitelikli bir evlilik yürek ister, emek ister, edep ister…



Evlilik, karşılıklı kabullenmektir, katlanmaktır, birbirini korumaktır, taşımaktır hem de kahretmeden, alanı terk etmeden….



Evlilik, kendini sınırlamak, sınamak ve sorumluluk almaktır…



Evlilik, birbirini paylamak değil, hayatı paylaşmaktır… Birbirini değişime zorlamak değil, anlamak, tamamlamak ve alışmaktır… Pazarlığı bırakalım herkes kendi payına düşen sorumluluğunu kuşansın…



Evliliği ne her şeymiş gibi ne de hiçbir şeymiş gibi göremeyiz…



Peki, biz evliliğe ne yükledik, ne bekliyoruz?



Öncelikle evliliğe “evet” demekle neyi yüklendiğimizin bilincinde miyiz?



Önce alem-i berzahta verdiğimiz ahdü misakta Rabbimize “Kalu bela=evet” demiştik… Bu bizi ilahi teklife muhatap kılmış, kul olmuştuk…



Şimdi nikâhta “evet” demekle eş olduk yeni bir sorumluluk aldık.



Hayatımızın anlam ve akışını belirleyen bu “evet”lerdir… Aslında bu “evet”ler zorlu ve zorunlu birer tercihtir… Neler içerdiğine bakmak mecburiyetindeyiz…



Bunu idrak ve inşa ettiğimiz zaman sadece eşimizle beraberliği gerçekleştirmiş olmayacağız, Allah ile beraber olmaya da hak kazanmış olacağız…



Üçüncüleri Allah olan ikiliyi siz ne sanıyorsunuz? Ne tasa, ne de telaş!.. Allah’a rağmen bir evlilikten hayır umabilir misiniz?



O halde Allah’ın ipine sımsıkı tutunalım ki; evlilik bağı kopmasın…



Sabır ve namazla yardım isteyelim ki, yuvamıza fesat girmesin…



Gerçekten evlilik hayatımız nasıl gidiyor?



Cevabımız; “Elhamdülillah” mı, yoksa “Eyvah” mı?



Yarınlarda “eyvah” dememek için yönelişimiz “yasak ağaçlar”a değil, “tuba”lara olmalıdır… Yoksa sonrası “hubut” olur…



Evet, yüreklerde yeşeren zakkumları sökmeli, tuba tohumları ekmeliyiz… Üstümüze kıyametler kopsa da fidanlar dikmeye davam etmeliyiz…



Şimdi “nebaten hasena=Güzel bir bitki” zamanı… Toprak müsait…



“Kadınlarınız ekeneğinizdir…” (2/223) Peki ne ektiniz?



Fırtına ekerseniz, kasırga biçersiniz… Ekine ve nesle yönelik tehdidin farkında olan bizlere düşen görev öncelikle aileyi kurtarmaktır… Ümmetin ayakta olan son hisarı aile…



“Evlerinizi kıblegâh (karargâh) edininiz.” (Yunus 87)



İslam’ın son diriliş ve direniş kalesi; aile…



Bize besmeleli evlilikler, kıbleli evler, amentülü hayatlar lazım… Ne evsizleşelim, ne de evcilleşelim, sadece evli kalalım…



Kendimize dönelim… Birbirimize dönelim… Evimize dönelim…



Bunun için evlilik terapisine gerek yok… Tedavi için ithal reçetelere de ihtiyaç yok… Sanıyorum evlilikte şu beş kelime ile işi çözeriz…



Sabır…
Sorumluluk…
Sadakat…
Samimiyet…
Sevgi…



İşte size iki dünya saadetine kapı aralayacak 5S şifresi… Artık bunu yaşayarak mı, yoksa bu beş kelimeyi bir kâğıda yazıp muska gibi üzerimizde taşıyarak mı şifa ararız…



Buyurun siz karar verin!



Öyle inanıyorum ki, evliliğin sırrı bu S’lerde… Hatta evliliği cennette sürdürmenin yolu da bu kelimelerde saklı…



Aslında dünya yaşamındaki evliliklerimiz evliliğin provasıdır, evlerimiz ise maket evlerdir…



Gerçek evlilikler, kalıcı konutlar cennette bizi bekliyor…



Evlilikten amaç bunu cennete taşıyabilmektir…



Evlilikte marifet ve keramet, işte budur…



Ramazan Kayan

Uzungöl/ Trabzon..

 
 
Fotoğraf: Uzungöl, Trabzon
 
-Bir nefes sıhhat..!

Rüya gibi..

 
-Bilmem sen de aynı şeyi mi düşünüyorsun?
5c5b7b6e98af11e2b39c22000a1f8adc_7
 
 
“Pembe-beyaz şeftali çiçekleri, süt köpüğü gibi kabarmış erik, kaysı, vişne, kiraz çiçekleri; sarışın kızılcık çiçekleri yağıyor üstüme, serpiliyor gökten.
Aman Allah’ım, ne güzel, ne güzel.
Yağsın durmadan, yağsın ve örtsün üstümü bu çiçek kokuları, neredeyim ben?
Gözlerimde yaş, elimde dua.
Öldüm ve bir bahçeye gömüldüm.”

Kâbe halâ bekliyor mu?



 
 
Kendi üzerinde dönen değirmen taşları misali dönüyorum odalarda;
Seccâdeler nerde?..
Kıble hangi yöne doğruydu bu evde?..
Başıma koymak için takke, çekmek için tesbih var mı?..

Bugün bitti. Gece de gidiyor...
Bir günüm daha bitti; ben nereye gidiyorum?..
Gün gün, saat saat, dakîka dakîka ölüyorum!..
Gidiyorum!..
Tükeniyorum; Haberim var mı?..

Herşeyi sevmek... Çok güzel.
Kendini sevmek... Çok güzel. Peki, bu nasıl kendini sevmek?
“Seviyorum” çığlıklarıyla yak kendini hadi!..
Erit kendini, tüket, bitir!..

Sen... Ey sen, aynadaki!..
“Kalan”ının farkında mısın?
Peki “talan”ının?
Sen... Ey sen, aynadaki!..
Dün de bakmıştın aynaya. Farkında mısın; bugün daha yaşlısın!..
Bugün daha çökük, bugün daha çirkin, bugün daha tedirgin!..
Çünkü biraz daha dökülmüş saçların, biraz daha buruşmuş suratın!
Biraz daha; bir saniye, bir dakika, bir saat,
bir gün daha yaklaşmışsın düşeceğin çukura!..

Nerde, Nerde seccâdeleeer?..
Kıble hangi yöndeydi bu evde?..
Ninem son gelişinde ne tarafa doğru namaz kılmıştı?..
Katlanır rahlenin nasıl açıldığını unuttum.
Ve onun içinde açılan “Kitab”ın yüzümü ve içimi nasıl aydınlattığını...
İçim...
Aahhh, içim yanıyor.

Bugün bitti, gece de gidiyor...
Bir günüm daha bitti; ben, ben nereye gidiyorum?..
Gün gün, saat saat, dakika dakika ölüyorum...
Gidiyorum...
Tükeniyorum; Haberim var mı?..

Son tuttuğum orucu hangi iklimde bıraktım?..
Son kıldığım namaz hangi seccâdeyle katlandı?..
Merak ediyorum;
Kâbe hâlâ bekliyor mu beni?..
Bilmiyorum... Bilemiyorum.
Ama şundan emînim:
Mezarım beni bekliyor!

Muammer Erkul

 
 
 
Bişr-i Hâfî Hazretleri buyurdu ki:



Âzâları içinde yalnız dili ile şükreden kimsenin şükrü az olur.




Çünkü gözün şükrü, bir hayır gördüğü zaman onu almak,

Eğer şer görürse onu örtmektir.




Kulağın şükrü, bir hayır işittiği zaman onu ezberlemek,

Şer işitirse onu unutmaktır.




Ellerin şükrü, onlarla hak olandan başkasını tutmamaktır.

Mîdenin şükrü, ilim ve hilm ile dolu olmak;




Ayakların şükrü de, iyilikten başkasına gitmemektir.

Kim böyle yaparsa hakîkaten şükredenlerden olur.


 
 
Tamam. Yorgunsun. Allah şahit bilenler şahit çok yorgunsun.

Yaşanmakta olan bütün acılar gibi yaşanmış ve yaşanacak olan

bütün acıların da kalbinin üzerine çöreklendiğini zannetmekten yorgunsun.
Böyle bir yükü bu kalp taşımaz biliyorsun. Ben de biliyorum.



Ama

'kaldır bu acıları benim kalbimin üzerinden Rabbim'

diye bir dua da etmiyorsun.



Nazan Bekiroğlu
 

"Rabbi tarafından apaçık bir delile tâbi olan kimse hiç, yaptığı işler kendisine süslenen ve hevâ ve heveslerinin peşinden giden kimse gibi olur mu?" Muhammed Suresi (47:14)