12.06.2013

Can Demiryel /Suskunluk

 
 
 
 
 
 
-Özenle saklıyorum içime attıklarımı...
 
 
 
 
 
 
 
 
 

..hmmm hmm hmm dinlesiii...

 
 
 



-Dilime takıldın bügünn.. Çok güzel...
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Nasıl bir gönül yorgunluğudur bu Ya Rab!
Kerbela’yı içimde taşır gibiyim. . .
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Vuslatı bekleyen bir kalbin yandığını,
Nereden bileceksin ?

Nurullah Genç
 
 
 

....

 



Eskiden çocuklar anlayamadıklarını anne babalarına, dedelerine, dayılarına-amcalarına, ablalarına-abilerine sorarlardı… Nesiller arasında, soru ve cevaplardan sıcacık köprüler kurulur, sohbet muhabbete dönüşür, sağlam iletişimin temelleri atılırdı…

 Şimdi her şey Google’a soruluyor!
Uzun zamandan beri Google, çocuklarımızın annesi-babası, ninesi-dedesi, amcası-dayısı, abisi-ablası ve öğretmeni oldu… Çevre ve hayatla aramızdaki iletişim koptu. Fıkralar bile artık internetten okunuyor… Mesajlar da oradan aktarıldığından yürekten çıkmıyor, tabiatıyla da yüreğe girmiyor…
Gülümseme sünnetini unuttuk, bir birimizin yüzüne gülümsemek yerine, gülümseyen şekil gönderiyoruz… Gülme yerine neredeyse kahkaha efekti kullanacağız! Git gide kendi gerçeğimizden kopuyoruz! Sevgiler bile sanal: Evlilikler ise artık televizyonlarda yapılıyor!


Yalnız bir sorun var: Bizim yerimize Google yaşamaz hayatı; çocuklarımızı da televizyon ve internet yetiştirmez.
Silkinmemiz ve “doğru insan” yetiştirmek için adımlar atmamız lâzım.

Eskilerimiz “doğru insanın dört şeyi açık olacak” derlerdi:

1- Yüreği açık olacak (sevebilsin diye);
2. Eli açık olacak (verebilsin diye);
3- Sofrası açık olacak (yedirip içirebilsin diye);
4- Kapısı açık olacak (misafir rahatça gelebilsin diye).
Yüreğimiz kilitli, elimiz yumruk durumunda… Zaten sofra bile kurmuyor, fesfutlarda tıkınıyoruz… Komşuluk ne mümkün! Oturduğumuz “Site”lerin çevresi Bizans surları gibi surlarla çevrili, kapılarımız ise şifreli… Yeni bir hamle belki bu engelleri yıkabilir.


Eskilerimiz “doğru insan dört şeye sahip çıkacak” derlerdi…


1- Eline sahip çıkacak (çalmayacak);2. Beline sahip çıkacak (ahlâki değerleri çiğnemeyecek);3- Diline sahip çıkacak (incitmeyecek);4- Gözüne sahip çıkacak (namahreme bakmayacak).
 


Ve eskilerimiz “doğru insan”ın temel vasıflarını şöyle özetlerlerdi: Dost ve arkadaşlara karşı tatlı sözlü, samimi, güler yüzlü ve güvenilirdir…
 Asla yalan söylemez, hile yapmaz… Gelmeyene gider, dost, akraba ve komşuları ziyaret eder… Yaptığı yardım ve iyilikleri başa kakmaz… Hakka-hukuka riayet eder…
Kimsenin aleyhine konuşmaz, gıybet etmez… İnsanları gülümseyerek selamlar, hal-hatır sorar… Dudaklarından tebessüm eksik olmaz… Her türlü musibet karşısında sabreder… Kötülerden ve kötülükten uzak durur… Fakirlerle dostluktan, oturup kalkmaktan şeref duyar…
Fani dünyaya ait şeylerle övünmez, hiçbir şekilde böbürlenmez, gururlanmaz, tevazu içinde yaşar… Yaptığı hayır ve hasenatta Allah’ın rızasından başka şey gözetmez… Âlimlerle dost olur, sorunlarını onlara danışır… Allah’ın emir ve yasaklarının dışına çıkmamaya çalışır…
Saygı ve sevgi çizgisinde yaşar…

Yavuz Bahadıroğlu
 
 
 
 

Ruhun Gıdası..

 

İyileştiren sevgilere ihtiyacı var insanın,
Özellikle de şimdi, bu yaşlarda.
Seni tüm zaaflarınla hatalarınla kabul eden,
Tüm korkularınla bilen,
Hesapsızca ve sorgusuz,
Şartsız ve koşulsuz,

Bencilce olmayan,
Beninden önce senin olan,
Onaylamasa da kabul eden bir yumuşaklıkta,
Kalbinin içi kadar bir uzaklıkta,
Sonuçta değil süreçte iyi gelen,
iyileştiren sevgilere ihtiyacı var insanın…

Düşüncesi bile gülümseten,
Omuzlarındaki tüm yüklerinden seni azad eden,
Keder değil yaşama sevinci veren,
Tüm yaralarını kendi bile fark etmeden saran,
İyileştiren, iyi gelen sevgilere ihtiyacı var insanın.

Beklentileriyle yormayan, fazla soru sormayan,
Yanında sen gibi sen olduğun,
Tüm yanlış bildiklerini unuttuğun,
Hiçbir hesap yapmadığın, yapamadığın,
İyi gelen, iyileştiren sevgilere ihtiyacı var insanın…

Seni kalıplar içine sıkıştırmayan,
Tüm kayıp taraflarını bakışlarıyla bulduran,
En beceriksiz taraflarını,
Sevimli bir çocuğun yaramazlığı gibi görüp,
Seni sevmeye daha da sarılan,
İyileştiren, iyi gelen sevgilere ihtiyacı var insanın.
 
 
 
 

Bazense..

 
 




Aşk...Aşk Yusuf'un Kenanında saklıdır.

Yusuf'un kuyusuna inmeden... çözemezsin...
 

Aşk denen şeyi...Yusuf'un kuyusuna saklanmıştır Aşk...

Yakub'un gözlerine bakmadan...göremezsin...Aşk denen şeyi...

Yakub'un gözlerine saklanmıştır Aşk...İnlemeden anlayamazsın yakub gibi...

Aşkın ne olduğunu...Malum bir meçhule sarılmaktır Aşk...

Sıkı sıkıya sarılmak...Uçurumdan düşen insanın sarıldığı bir dal parçası gibi belki de...

O dalı bırakmaktır bazen...

Uçurumun dibinde bekleyen Maşuğa kavuşmak için...

Baktığın her yerde Maşuğu görmek...

Duyduğun her seste O'nu dinlemek...

Söylediğin her şeyi O'nun için yapmaktır Aşk...

Her yönde O'nu görmek...Her yönde O'na gitmek...

O'nun için gülmek...O'nun için ağlamak...Yemek...İçmek...Uyumak...

Yakub kadar yakın olmak özlediğine...

Bir o kadar da uzakta bulunmaktır sevdiğine...

İstese dünyaları yıkacak imkana sahip olmak...

Ellerini uzatsan tutacak kudrete sahip olmak...

Nazı geçen olmak...Ama ellerini uzatmamanın sırrıdır Aşk...

Seslensen ses alacak makama sahip olmak...

Ama hamuş(sus-pus)olup beklemenin adıdır...Sırrıdır Aşk...

bazen bulmak Yusufunu...

Bazense kaybolmak beraberce Kenan ilinde...

 
 
 
 


Boya'yı mı Boyacı'yı mı ?

 
 
 
 
 
Hep hikmetli konuşan Lokman Hekim’in derisi siyah, dudakları da kalınmış. Değerli sözlerini duyarak hayranı olan biri bir gün bakmış ki hayalinde büyüttüğü Lokman, siyah yüzlü, kalın dudaklı biri. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken Lokman Hekim, adamın içinden geçenleri sezmiş olacak ki, şöyle çıkışmış:– Birader, neden öyle şaşkın bakıyorsun? Boyayı mı beğenemedin, yoksa boyacıyı mı?Sonra da ilave etmiş.– Bak, demiş, benim ne yüzümün siyahlığında, ne de dudaklarımın kalınlığında bir tesirim vardır. Onları Yaratan öyle yaratmış, öylesine uygun görmüş. Benim tercihim değil…