21.11.2011






Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 307


“Allah’ın emirlerini gözet ki, O’nu her muhtaç olduğunda karşında göresin.

Sen bolluk içindeyken emirlerine bağlı kalarak Allah’ı tanı ki, O da dara düştüğün zaman yardımını göndererek seni tanısın.

İyi bil ki, sana takdir edilmeyen hiçbir şey, başına gelecek değildir.

Sana takdir edilen de, seni atlayıp gidecek değildir.

Şunu da iyi bil ki, zafer sabırla, sevinç de üzüntüyle birliktedir ve her zorlukla birlikte, muhakkak bir kolaylık vardır.

Zafer sabrederek, mutluluk da sıkıntı çekerek elde edilir.

Her tasanın sonunda ferahlık, her güçlüğün ardından kolaylık vardır.”

"Akıllı, nefsine boyun eğdiren ve ölümden sonrası için çalışandır. Âciz ise, nefsini kötü arzularında alabildiğince serbest bırakan ve Allah'a kuru ümitler besleyendir."











Ebu Davud

Haklıda olsa tartışmayı terk eden kişiye cennetin kenarında bir ev verileceğine kefilim.


Şakada olsa yalanı terk eden kişiye cennetin ortasında bir ev verilceğine kefilim.


Ahlakı güzel olan kişiye de cennetin en yüksek yerinde bir ev verileceğine kefilim.








 

‎" Sezai Karakoç "

Ey Müslüman; İslam'ı öyle diri ve sağlam yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin.

"Zümer Suresi 53"


De ki: Ey nefislerine zulmeden kullarım,

Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin.

Muhakkak ki Allah bütün günahları affeder.

O çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
Kütübi Sitte Hadis No:31
Hz. Peygamber (sav)`in şöyle dediği rivayet ediliyor:
"Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir, Allah için vermezse imanını kemale erdirmiştir"
Tirmizî, Birr 61

"Kıyamet gününde mü'min kulun terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden
nefret eder"
Buhari, Merda, 19

"Sizden hiç kimse maruz kaldığı bir zarar sebebiyle, ölümü temenni etmesin.

Mutlaka onu yapmak mecburiyeti hissederse, bari şöyle söylesin:

‘Rabbim! Hakkımda hayat hayırlı ise, yaşat. Ölüm hayırlı ise canımı al.' "
Tirmizi 925

Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Kulun çocuğu öldüğünde Allahu Teala meleklerine:
"Kulumun çocuğunun ruhunumu kabz ettiniz?" diye sorar.
Onlarda:
"Evet" derler.
"Onun ciğerparesini mi kabz ettiniz?" diye sorar.
Onlarda:
"Evet" derler.
"Peki kulum ne dedi?" diye sorar.
"Sana hamd etti ve "İnna lillahi ve İnna ileyhi raciun" dedi derler.
Bunun üzerine Allahu Teala:
     "Kulum için cennette bir ev bina edin ve onu "Hamd evi" diye isimlendirin" der."
Buhari ve Müslim 1516

Ya Rasulullah kurtuluş yolu nedir? diye sordum.
Şöyle buyurdu:
"Dilini tut, evine bağlan, ve günahlarına ağla." buyurdu.
Tirmizi 1504

Rasulullah(s.a.v)'a
"Hangi dua daha ziyade kabul edilir?" diye soruldu.
"Gecenin sonunda ve farz namazlarından sonra yapılan dua." buyurdu.
(Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2042)
Suheyb İbnu Sinan (r.a) anlatıyor:
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular:
"Mü'min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mü'mine hastir, başkasına değil: Ona memnun olacağı birsey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır."

14.09.2011







Beklemek;
Bir sırra vakıf olmanın yükü altında ezilmek kadar ağırdır.
Bir kez daha bakarsın gidenlere. Bu son görüşün olur.
Sana ait olan ne varsa onlarda kalan, vazgeçersin hepsinden.
Yüzünde, o güne kadar ki sana en çok yakışan gülümsemen.
Ellerinde ne veda anındaki heyecan ve hasret, ne de keder.
Sen, bu yalnızlığı tek başına yaşarsın.
Beklemek;
Ağlamaktan yorulan bir çocuğun iç çekişi kadar hüzün vericidir.
Yüreğini yaslayacak birini ararsın. Zaman biraz daha uzar sanki.
Her yeni günü bir öncekiyle aynı yaşarsın.
Yüzünde, o güne kadar ki verilen sözlerden sakladığın bir yorgunluk.
Artık hiç kimseye inanmazsın.
Sen, uzun zaman önce kaybedilmiş bir iddiasın.
Beklemek;
İlk kez uçacak olan kuşun kanatları kadar hafiftir.
Asla vazgeçmezsin ve kendine ait bir hikayen olur.
Yağmurları gözlersin, yere düşen yaprakları.
Soğuk, habersiz gelen bir misafir gibi telaşa verir seni. Ona da alışırsın.
Yüzünde, o güne kadarki yaşadığın hayal kırıklıklarından kalma bir sükunet.
Son kez gözden geçirip yırtarsın adres defterini.
Sen, unutulan bir şiirin son mısrasısın.
Beklemek;
Beğenerek okuduğun bir kitabın son sayfasına gelmek kadar heyecan vericidir.
Adını hatırlatmaya yarayacak bir hayatın olur.
Hayallerini sırayla terk eder ve her gece uykuya, belki güzel bir rüya görmek için yatarsın.
Yüzünde, o güne kadar ki umutlarının son çığlığı.
Açılan her kapının ardındaki boşluk bıktırır seni.
Sen, yanlış adrese gönderilen bir mektup kadar uzaksın.

Beklemek;
Ayrılık anında söylenilen sözler kadar akılda kalıcıdır.
Arkanı döner ve içindeki çocuğa bir şans daha tanırsın.
Kopan her fırtınada bir ayna kırılır içinde.
Yüzünde, o güne kadar ki mutluluklarından çoğalttığın bir teselli.
Ellerini güçlükle cebine sokarsın.
Sen, fotoğraf albümünün sayfaları arasında kalan bir hatırasın.
Beklemek;
Yetim çocuklar gibi kimsesiz kalmaktır. Her gün içini ısıtacak bir yakınlık ararsın.
Ağaçtan kopan son yaprak da düşer yere. Gözlerin ufka bakmaktan yorgun, kendi haline ağlarsın.
Yüzünde, o güne kadar ki yaşadığın kederlerden bir çizgi.
Adımlarını anlamsızca atarsın.
Sen, deniz kenarında kumların üzerine yazılmış güzel bir söz kadarsın.
Beklemek;
Belki de dipsiz bir kuyuya taş atmaktır. Ne bir ses gelir kulağına, ne de sen bir ses ararsın.
Belki biri daha gelir yanına ve onunla derde yanarsın.
Yüzünde, uzun zamandır beklediğin haberlerin sevinci. Artık kendine daha yakınsın.
Sen bilinmez bir geleceğe atılan ilk adımsın.
Beklemek;
Bir müjdeye yüreğini yatırmaktır. Herkes gelip geçer yanından ama sen kalırsın.
Ardından seni anlatan bir şiir yazılır. Omuzlarındaki yük kalkar, kuş gibi dallara konarsın.
Yüzünde, seher vakitlerine aşina olmanın ışığı. Yaşadığın mutluluğu anlatacak bir dost ararsın.
Sen, kırkikindi yağmurları sonrasında rengarenk açan bir gökkuşağısın.
Beklemek;
Güneşin doğuşuna şahit olmaktır. Bir nehir kenarına uzanır ve gökyüzüne bakarsın.
Bulutlar el sallar uzaktan. Herkesin unuttuğunu sadece sen hatırlarsın.
Yüzünde, asırlık çınar ağaçlarının gölgesinden kalan bir serinlik.
Artık bütün hatıralarda ismine rastlanır.
Sen, bir çocuğun rüyasındaki Zümrüdüankâsın.
Beklemek;
Geç kalınan bir hayata yeniden başlamaktır.
İçindeki bütün pişmanlıkları atar, arkadan gelenlere yer açarsın.
Tutar, itiraz kaydı düşersin sonradan yaşanacaklara.
Yüzünde, yeniden okunmuş bir ayetten işaret.
Anlatılan bütün mazeretlerin kabul edilecek yanları vardır.
Sen, yeni doğan bir bebeğin nefesindeki sıcaklık kadar cana yakınsın.

Beklemek;
Güzel geçen bir günün akşamında dostlarınla sohbete dalmaktır. Akıp geçer zaman ve bunu ancak gece bittiğinde anlarsın. Gitmek, aslında beklenebilecek bir yer aramaktır. İçindeki kuşkular bir bir dağılır. Yüzünde, kabul olmuş duaların bereketi.

Elbette birazda sabırdır beklemek, O’ndan gelen her şeye sabır…
Ve beklemek her şeyin şükre durmasıdır sessizce,
Derin sessizlikteki yerini alırsın; soluduğun havaya, içtiğin suya, attığın adıma, kederi sevince döndüren dost eline…
Her şeye şükür Ya Rab.
Şimdi Bana EN Çok Yakışan Mevsimdir Sükut ..!

8.08.2011

 
Aşk dedim? Es Sukut dedi ! Lafızların manaya sukut ettiği andır Aşk../.. Yüreğin dağlanması dağlandıkça şahlanmasıdır Aşk../.. Kalbin oyulurken içindeki ince sızıdır Aşk../.. Gazzede ağlayan gözlerden akan bir damlada, sen olmaktır Aşk../. Kaf Sin'in sırrı...nı düşünüp gecelerini secdede geçirmektir Aşk... Aşk dedim ? Sus dedi! Aşk sukutun çağlamasıdır , sus ki çağlasın Aşk. Çağlamanın rengi olsun Aşk./.... Sus ki yüreğindeki fırtına mucizelerle doğsun../.. Kapat gözlerini gözyaşlarıyla !. Damlayan her damla Leyladan Mevlaya varan yol olsun../... Aşk buselerin döküldüğü yerde değil../... Sukutun yüreklerde ses olduğu yerdedir.../... Aşk imkansızın sınır ötesinde sebatla kaldığın sürecedir.../... Bazen bir gülüşun içindeki gizemde.../... Bazende gönüllere sevgi ektiğin yerdedir.../.... Aşk Haktan geLir....Aşk Haktır../.. KemaLe ermek için bir araçtır.../.. KeLamlar KemaL bulsun diye Bekası vardır../.. Aşk-ı hissetmeyen gönül taştır.../... Sus ! Sus ki taşlaşmasın GönLün.../... Yüreğinin latifeleriyle yükselen ebedileşen ömrün../... Hz.Sümeyyenin çığlıklarını yıldızlardan topladığın gün.../.. Aşkın gizeminin ; Güneşi sağıma verseler ayı soluma verseler hadisinin içinde saklı olduğunu ,ruhunda duyduğunda çözdün.../.. Sus ! Sus ki ruhun maya çalsın sevdalara.../.. Sus ! Susuşun zemheri ayazında yanan yüreklere aydınlık../... Dağların kar çiçeklerini göremeyen gözlere ışık .../.. Sevdanın ebediyete uzanışı gökkubede akışın olsun../.. Aşk dedim !..Es Sukut dedi... Aşkın sukutun olsun nice ruhlarda ses bulsun.../.

31.07.2011

Ey oruç, tut beni!





Ey oruç, tut beni

Hoş geldin ey suskun sevgilim;
Tut sözünü; sus. Mühürle dudağımı, sesimi tut, lâl eyle çığlıklarımı. Nahoş avazların uçurumlarından çek dilimi. Yalanların kuyularından çekip çıkar nefeslerimi. Göklü söz ağaçlarının bengisuyuna kat hecelerimi.
Hoş geldin ey yüzü gamzelim;
B/akışının menzilinde tut gözlerimi. Tir-i müjgan dokunuşlarınla delik deşik et kibrimi. Gör(e)meyip de seni, göster(e)meyip de yanımda yöremde, görür gibi huzurunda tut çaresiz yetimliğimi.
Hoş geldin ay yüzlüm benim;
Tut saçlarımın kakülünden, kaldır yüzümü yerden. Utancımı tebessümünün kıvrımlarına dola, yut. Pişmanlığımı gül yanağının yamaçlarına sar, uyut. Dağıt neşemin saçlarını, hüznün tenine yasla umarsızlığımı.
Hoş geldin ey hesapsız sevincim;
Tut elimi. Avuçlarında tut uzanamadığım uçurum çiçeklerimi. Geri ver uzak dal uçlarına terk ettiğim huzur meyvelerimi. Tut Ferhad’ımın elinden, şirin vuslatların köyüne taşı yüreğimi. Tut Züleyha’mın elini, önü/ardı yırtık gömleklerin kuyusuna zindanına düşürme nefsimi.
Hoş geldin ey ruh ikizim;
Tut, ardında tutulduğum aynalara tut yüzümü... Tut ki aynalarda avuntu bulamayan, bakışlarında kendini tanımayan, özlediğinde kendine varamayan, yüzünü yakmış bir hastayım. Gözbebeğinde tut beni. Ayıplamadan, tiksinmeden bakışının ışığından yüz ver bana. Tut ki resimli el ilanları asılmış bir kayıp çocuğum; duvar diplerine asılı umarsız bakışların kovduğu bir lüzumsuzum. Tut kolumdan, ardın sıra sürükle, yuvama götür. Tut ki mürekkebin hiç hatırını sormadığı yırtık bir kâğıt, kalemin hiç içmeyeceği unutulmuş bir sözüm. Aklında tut beni; diline dola, dudağına değdir, cümlede kullan, tut bir şiire kafiye eyle beni. Tut ki üzerindeki rakamları ciddiye alınmayan kalp parayım. Elinde tut, say beni, inci mercana sat beni. Işığa tut yüzümü; sahih kıl beni.
Hoş geldin ey son tesellim;
Göz yaşımı yanağında tut, taç yapraklarına taşı ağlayışımı. Şehvetin kirinden sıyır, tenin tozundan ayıkla kalbimi.
Hoş geldin ey kalbimin göğü;
Tut kanatlarımdan, rahmete yapıştır teleklerimi, yücelere yükselt bedenimi. Yağmurları tut sakla hüznümün bulutlarında.
Hoş geldin ey bin bahar neşesi;
Tut elimden sımsıcak, karanfillerin kûyuna götür beni, güllerin suyuna kat demimi, demkeş eyle gönlünün pervazına kalbimi.
Hoş geldin ey ışıltılı libasım;
Tut yakamdan, giy beni, giyindir beni, ört bencilliğimi, üşümeye terk etme bendeni. Omuzlarıma sarıl şal gibi, rızana razı eyle beni.
Hoş geldin ey kan davalım;
Tut (i)ki yakamdan, tutukla beni, yetimlerin yüzüne çalıp pare pare eyle cimriliğimi. Bağla ayağımı yokluklara gitmekten. Bileklerimi kelepçele, yasakla ellerime biriktirmeyi..
Hoş geldin ey açlığım;
Tut ve at sahte doymuşluklarımı, teni üzerimden sıyırıp ruhun semâsına savur beni. Çıplak bırak cümle duyarsızlıklardan. Yırt at yüreğimdeki yalancı tesellileri.
Hoş geldin ey sırdaşım;
Tut beni, sobele. Saklandığım yerde bul beni. Şehrayinlere kat. Gizlice kaçır evden. Mahyaların ışığına kat gözlerimi. Kan/dillerin fısıltılarını lerzan gönüllere karıştır. Kanlıyı hunrîz ile barıştır ki ihanetler yatışsın, nefretler sönsün, yalnızlıklar sussun..
Hoş geldin ey gam telim;
Tut getir o mahur besteleri. Notaların ahengine böl kırgınlıklarımı. Şarkı eyle, ezberinde tut kırık sözlerimi. Mızrabının ucunda titretiver yüreğimi, aşka sürgün et kelimelerimi, göklü salkımından emzir kuşluk vaktimin ümitlerini.
Hoş geldin ey güz yağmurum;
Sağanağına tut bu çorak gönlü. Seline kat yangınlarımı. Damla damla denize at kanayan yanlarımı. İçimde uyuyan tohumları uyandır, baharlara taşı/r yüreğimi. Hüznümün sarı yapraklarını toprağa kat.
Hoş geldin ey orucum;
Acıktım sana; sofrana oturt beni.
Acıttım içimi; göğsünde avut beni.
Aktım sana; damla damla yut beni.
Aldandım sahte ışıklara; beşiğinde uyut beni.
Ağular içtim bal kâselerinden; döşeğinde sağalt beni.
Azaldım nisyanlar içinde; gözlerinde çoğalt beni.
Ağına düştüm isyanların; tut elimi, doğrult beni.
Ağzına düştüm yalanların; tut dilimi, doğruda tut beni.
Ayartısına kandım anlık sevdaların; tut gözlerimi, körelt beni.
Arı duru kalamadım, bulandım; el üstünde tut pişmanlıklarımı, durult beni.
Tut beni.

SENAİ DEMİRCİ

20.07.2011


Mevlana der ki: yorulacaksan, zorlanacaksan, şikâyetçi olacaksan, keşkeklere sığınacaksan, söze ama diye başlayacaksan girme aşk yoluna...
Aşk yolunda 'U' dönüşü yoktur! Aşk der ki sana: yolumdaysan başım feda yoluna ama bil ki senin de başını isterim yoluma! Kahır kapris gelecekse senden amenna! Ama ayağına diken batarsa... Yolumda ah edip vah lama! 
Aşk bilek gücü değil yürektir! Yüreğin yatmıyorsa düşme yollara...


Aşka yanmalı can dediğin. Ya canan olmalı yada canını almalı. Yar diyemezsin ki herkese içindeki yaran olmalı... Herkesin de bir yüreği vardır amma yürek dediğin bir başka yanmalı. Mevlâna Celâleddin-i Rûmî

 
AŞK``
Hz.Zeyd'in gözlerindeydi,
Hz.Bilal'in sesinde !
Sümeyyenin parcalanan bedeninde,
Ammar'ın yetim kalışındaydı !
...
``AŞK``
Onun( s.a )
yolunu takip etmekti...
Şimdi söyle `Aşık` mısın ?

19.07.2011

Sabır Sabır Sabır


Yâr ,aşkına "Bismillah" derken , niyet ettim sadece "sabır" diye...

Aşk” için Nefs-i emmareyi bir kenara koyar mısın ?
Yüreğin başka şems görmesin diye, benim ile boyar mısın ?
Gözünden yaş geleceğini bilsen,Bir ömür benimle yaşar mısın ?
Haktan günde bir dilim ekmek nasip olsa, doyar mısın ?
Söyle sevgili, O yâr mısın ?

Sinemizdeki mabutları devirmedikçe…

ALLAH1 150x150 Sinemizdeki mabutları devirmedikçe...
Ölmemenin çaresi doğmamaktır. Dünya bir misafirhanedir ve dünya cennetin bekleme salonudur. Dünyaya gelen insan cennete gitmek için gelmiştir.
Çünkü Allah, rahman ve rahimdir. Amma bazı insanlar günaha dalarak cennete gitmek istemiyorlar.
Mesela biz, Allah kelamı ederken, dinî kitaplar okurken yoruluyoruz; kahvedekiler yorulmuyor, dinleniyormuş (!) Akşam geç vakit eve gittiğim zaman sokaklardan geçerken bakıyorum, meyhanelerin ışıkları pırıl pırıl parlıyor… Bu sebepten her zaman derim ki, cehenneme gitmek isteyenlerin gayreti hayatım boyunca bana hız vermiştir. Dinî çalışmalarımızda yorulmamalıyız, diye düşündürmüştür.
Kendime soruyorum: İman hakikatlerine nasıl hizmet edebilirim? Acaba yılların ve kütüphanemin bendeki birikimini Müslümanlara nasıl aktarabilirim? İşte bunun sancısını çekiyorum.
“Efendim, zaman kötü, bu devirde günaha bulaşmamak mümkün değil” diyorlar. Müslüman’ın imanı güçlü, kuvvetli ise günahların sel gibi aktığı yerde de boğulmaktan kurtulur. Günah yükseldiği kadar yükselsin, o, iman salına binip selamet sahiline çıkar. Bizim durumumuz sahabenin durumundan daha mı kötü? Her yerde müşrikler ve herkes cani… Allah’a iman etmeden önce içki içen, zorbalık eden, zina yapanlar, Yaradan’a teslim olunca bu günah ve alışkanlıklarının hepsini yakıp, külünü göğe savurmuşlar. “Alıştım, ben bu günahları terk edemem” dememişler. Çünkü vicdanının, beyninin, gönlünün, nefsinin kıyılarına gümbür gümbür iman dalgaları çarpmış.
Ömer’i, Hz. Ömer yapan, imandır!..
Bu sebepten düşüneceğiz… Hayat yolunda ilerliyoruz. Yükümüz günah mı, sevap mı? Yoksa karışık mı? Karışıksa oran ne? İnsanlar yaşadıkları Avrupa hayatına öyle alışmışlar ki, içinde bulundukları sefahet bataklığından başlarını kaldırıp, “Rabbim bizden ne istiyorsun?” diye sormuyorlar. Modaya uydukları kadar İslam’a uymuyorlar.
Takvimden koparılan her yaprak, ömrümüzden giden bir gündür. Nasıl ki takvim bitiyor, bir senelik ömür de bitmiş oluyor. İnsanlar, nehirdeki su kabarcıkları gibidir. Su kabarcıkları çıkar batar. İnsanlar da zaman denilen nehirde su kabarcığı gibi çıkar ve batar. İnsan bu dünyada misafirdir. Ev sahibinin isteklerine uygun yaşamışsa, ev sahibini memnun etmişse daha güzel bir yere davet edilir. Her yolcunun çantası vardır. Ahirete giden yolcunun çantasında sevaplar çoksa götürdüğü bu hediyeye karşılık ona saadet-i ebediye verilir.
Kefenin cebi yoktur. Kefenin süslü olması cenazeye fayda vermez. Cenazenin kendisiyle beraber götüreceği, sadece sevapları ve günahlarıdır. Başka hiçbir şeyi kendisiyle götüremez.
Ahirete götüremeyeceğimiz şeye kalbimizi bağlamamalıyız. Kalp Beytullah’tır. Yani Allah’ın evidir. O evi çöplük haline getirmek en büyük saygısızlıktır. Bu sebepten her şeyi kalbimize alamayız. Her şeye kalbimizde yer veremeyiz. Bu hal bize yeter.
Sinemizdeki mabutları devirmedikçe, Lailahe illallah’ın manasını anlamamışız demektir!..
Hekimoğlu İsmail

Mehmed Paksu'nun Kaleminden...

 
     Hastalıklar, dertler, sıkıntılar. Canımıza, malımıza gelen ârızalar, zararlar. Can ve mal kaybına sebep olan olaylar. Yangınlar, çeşitli kazalar, susuzluk, savaşlar ve daha akla hayale gelmeyen yüzlerce tür felaketler... Bu tür musibetlerle her...
 
     Bu musibetlere karşı neler yapmalı, nasıl davranmalı, nasıl hareket etmeli, nasıl görmeli, hangi tedbirleri ve önlemleri almalıyız?İlk başta ve öncelikle musibetler gözde büyütmemeli, küçük görmeli. Musibetin içinde boğulup kalmamalı, bir çıkış yolu aramalı. En kestirme çıkış yolu da, musibeti küçültmek, küçük görmektir. Meselâ nasıl? Hani, bazen gece vakti, karanlık bir ortamda insanın gözüne bir hayal ilişir.
 
    Bir köşede sallanan bir ipe bakar durur, baka baka o ipi yılan gibi görmeye başlar, sonunda kendi kendini korkutur, ürker, kaçar. Veya bir bahçe kenarında otururken az ilerideki ağaca baktıkça ve rüzgarın çarpmasıyla ağacı sallanır halde gördükçe, ağacı, üzerine doğru gelen bir canavar zannetmeye başlar. Halbuki ne o ip yılandır ve ne de o sallanan ağaç canavardır. Olayı gözünde büyütmüş, sonunda boş yere kendi kendini korkuya kaptırmıştır. Biraz cesaret göstererek gidip o ipi eliyle tutacak olsa, ağacın yanına gitse, ne bir korku kalacaktır üzerinde, ne de bir endişe...

   Başa gelen musibetler de öyle. Gözde büyütüldükçe büyür, geleceğini karartır, ümidini yitirir, korku ve telaş içinde hayatını alt üst eder. Ancak bilse ki, musibetler ne olursa   olsun geçicidir, ilk anlardaki, ilk günlerdeki gibi ağırlığı kalmaz, azalır. Bunun için başa gelen her musibeti küçültmeye çalışmalı, basitleştirmeye gayret etmeli, bütünüyle hayatımızı etkisi altına almasına müsaade etmemelidir.

Az olsam biraz…


Azalsam biraz…
Biraz az olsam…
Daha saf,daha temiz,daha pak ve daha muhtaç olsam…
Hakk`lı bir nazar Lûtfetsen bana Yâ Rabb…Var olan herşeyin daha müreffeh durduğunu,aheste aheste döndürüldüğünü,pay pay aktığını görmemi sağlayacak bir nazar, bir bakış Lûtfetsen Yâ Rabb…
O nazarada fazla karışmasam,yegâne merkezde toplansam…Ufacık olsam, Ufalsamda derinlerde bir nokta olsam…Ve tek noktada var olsam…
Yaradılış Âlâ Âmenna…ama ben birazcık azalsam…çağlamadan asırlarca kalsam…durulsam dursam,durulaşsam…şiir gibi olsam…
Ve arınsam…
Ve sığınsam…

Bilmelisin ki…


Pembe Güller
Bilmelisin ki…
Duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez…

Bilmelisin ki…
Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır…
...
...
Bilmelisin ki…
Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasındaki çizginin nereden geçtiğini bulmak ZOR…

Bilmelisin ki…
Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez…
Gerçek aşkların da!...

Bilmelisin ki…
Tecrübenin kaç doğum günü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, ne tür deneyimler yaşadığınızla var…

Bilmelisin ki…
Aile hep insanın yanında olmuyor...
Akraban olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil...

Bilmelisin ki…
Ne kadar yakın olursa olsunlar, en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir…
Onları affetmek gerekir…

Bilmelisin ki…
Bazen başkalarını affetmek yetmiyor…
İnsanın kendisini de affedebilmesi gerekiyor…

Bilmelisin ki…
Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın, dünya sizin için dönmesini durdurmuyor…

Bilmelisin ki…
Şartlar ve olaylar kim olduğumuzu etkilemiş olabilir…
Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz...

Bilmelisin ki…
İki kişi münakaşa ediyorsa bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez…
Etmedikleri de sevdikleri anlamına gelmez...

Bilmelisin ki…
Her problem kendi içinde bir fırsat saklar…
Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır...

Bilmelisin ki…
Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor...

18.07.2011

Bir Namaz Hatırası…

Bir Namaz Hatırası…

Avrupa ülkelerinde bulunduğumda etrafımdaki hiç kimse namaz kılmıyordu. Çünkü onlar Hıristiyan’dı. Kendi kendime sordum: Ben neyim?Ben Müslüman’ım…Neremden belli Müslüman olduğum? Şahsi hayatımda Müslümanlığım belli. Fakat sosyal hayatta belli değil. Öyleyse namaz kılmam şart!
Amerika’da bulunduğum 60′lı yıllar… İzne çıkmıştık. Bir öğle namazı vaktinde okuldan uzaktaydım. Cami yok, kilise kapalı. Parka gittim. Orada ağaçların arasında, çimenlerin üzerinde namaza durdum. İçimde bir sevinç, bir ses… Çok şükür. Namaz kılıyorum.
NamazTa%C5%9F %C3%BCst%C3%BCnde Bir Namaz Hatırası...
Namaz kılacağım yeri seçtim. Gölgeye bakıp kıbleyi tayin ettim. Acayip duygular içindeyim. “Niyet ettim öğle namazının sünnetini kılmaya”, demedim… Dedim ki: “Allah’ım ben öyle bir yerde bulunuyorum ki Amerikalı öğretim üyelerine itaat ediyorum. Onlara itaat edip sana itaat etmemek olur mu? Kalbimi çalıştıran, bana hayat veren, sağlığımı devam ettiren, tahsil yapmak için bana akıl veren Allah’ım; Sana hamd için Sana şükür için namaz kılıyorum. Başımı toprağa koyacağım. Esmaül hüsnanın tecellisine karşı kendimi bir hiç hükmünde sayıp kainatın, her şeyin kumandan-ı azamı olan Allah’ım, Sana secde edeceğim. Allahu ekber…” tekbir aldım.
Hayalim diyor ki, yeryüzü bir mescit, Kâbe mihrap, Resul-ü Ekrem Efendimiz (sas) mânen imam, ben de cemaatim. Çevremde bulunan mahlukat namına Allah’a secde ediyorum…
Böylesine acîp bir duyguyla rükua eğildim, secdeye gittim.
Başımı secdeden kaldırmak istemedim. Amerika büyük bir devlet. O devletin büyüklüğü Allahu ekber yanında nokta bile olamaz.
Secdeden doğruldum. Bir de baktım, bir sürü insan dolmuş etrafıma. Büyük bir kalabalık. Onların ortasında ben namaz kılıyorum. Namazı bitirinceye kadar kalabalık dağılmadı. Selam verdim, kalktım. Kalabalıktan bazı insanlar secde ettiğim yere geldiler. Çimenlerin arasına bakıyorlar. Burada ne vardı ki, bu adam kafasını buradan kaldırmıyor? Sonra önümdeki ağacın gövdesine baktılar. Burada ne var ki bu adam yattı kalktı önünde? Sonunda biri gelip sordu, “Ne yapıyorsun?” Dedim ki: “Ben Müslüman’ım, namaz kılıyorum.” Bu sözü söylerken sanki dünyanın tepesine çıkmışım, herkese ilan ediyorum. “Ben Müslüman’ım! Namaz kılıyorum!”
Namaz, çok uzakta yabancı bir ülkede, gayrimüslimlerin içinde beni İslam sancağı gibi ayakta tuttu. Namaz kıldığımı gören, yanıma gelirdi. Sen Müslüman mısın?, derdi. Namaz, hayatıma nurunu serpiyordu…
Çilesini çekmediğimiz şey bizim değildir. Zor şartlarda namaz kılmanın çilesi varsa, Allah için çile çekmek en büyük saadet. “Çeşitli sebeplerle namaz kılmıyoruz.” diyorlar. Onlara diyorum ki: “Hiç değilse bazen, bir vakit namaz kılmak lazım. O namazla ne oluyor? Müslüman, Müslümanlığını ilan ediyor.
Midenin gıdasını vermeyince açlığın acısını çekiyoruz. Aynı şekilde adam diyor ki: “Sıkıntıdan patlıyorum!” Niye sıkılıyoruz? Beynimiz ilim ister, kalbimiz ibadet ister. Onların gıdasını vermeyince insan sıkılır. Hiçbir şey yapamazsa televizyonun karşısına oturur, saatlerce kalkmaz. Tabii o halin getireceği bazı psikolojik hastalıklar da olabilir.
Ben hastalanmadan önce bir gayem vardı: İstanbul’un bütün camilerinde namaz kılmak!.. Bir gün Ortaköy’de, bir gün Eminönü’nde, bir gün Levent’te… 10 yıl önce hastalandım. Camiye gidemiyorum. Yaş ilerliyor, seneler geçiyor. Nereye gidiyoruz? Ahirete. Benim ak saçlarım ahiret biletidir. Yolcuyuz biz. Çantamızı almış gidiyoruz. Çantamızda sevaplar olsun. Namazlarımı yeniden camide kılacak kadar yürüyebilmeyi isterdim.
Hekimoğlu İsmail

Hamd Ve Şükür Arasındaki Fark

b_360_0_0_00___files_images_content_resized-4858-1303919930.jpg
"Hamdin en meşhur manası, sıfât-ı kemaliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki: Cenab-ı Hak insanı kâinata câmi' bir nüsha ve onsekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve esma-i hüsnadan herbirisinin tecelligâhı olan herbir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır.

Eğer insan maddî ve manevî herbir uzvunu Allah'ın emrettiği yere sarfetmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriata imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. "  (İşaratul - İ'caz)

Hamdin anlatıldığı bu bölümde aynı zamanda şükrün hamdin bir alt şubesi olduğunu öğreniyoruz. Yani hamdin şümulü daha geniştir, şükrü de içine alır. Şükürle hamd arasında şöyle bir fark da dile getirilir: Şükür insana ulaşan nimetlere yapılır, hamd ise insana ulaşsın ulaşmasın bütün nimetlere yapılır.

Mesela, insan kendi rızkına bakarak Allah’a şükreder; bir milyonu aşkın hayvan türlerinin bütün fertlerini rızıklandırmanın Allah’a mahsus bir kemal olduğunu düşünmekle de hamd eder.

Şükür, daha çok, nimete karşı yapılır. Hamd etmekte ise medih manası daha hakimdir. “Hamdin en meşhur manası, sıfât-ı kemaliyeyi izhar etmektir."

Mesela hamd ile ilgili şu ayetlere bakalım:
FATİHA:1- Hamd o âlemlerin Rabbi, 2- O Rahmân ve Rahim, 3- O, din gününün maliki Allah’adır.

EN'AM: 1- Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyleyken kâfirler hâlâ Rablerine başkalarını eşit sayıyorlar.

SEBE':1- Hamd, o Allah'ındır ki göklerde ne var, yerde ne varsa hep O'nundur. Ahirette de hamd O'nundur. O hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.

FATIR:1- Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah'a mahsustur. O, yaratmada dilediği kadar artırır. Gerçekten Allah her şeye kâdirdir.

Dikkat edilirse Allahu Teala ile ilgili bu ayetlerde nazara verilenler hep birer kemal sıfatıdır. Yaratmak, alemleri terbiye etmek, ahireti getirmek, melekleri elçi yapmak gibi...

İnandık demekle kurtulacaklarınımı sandılar?

b_360_0_0_00___files_images_content_resized-6107-1304515650.jpg
İnsanlar, "İnandık" demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.
Cenab-ı Hak, Ankebut süresinin 2. ayetinde mealen şöyle buyuruyor:

İnsanlar, "İnandık" demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.

İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece iman ettik de*mekle bırakılacaklarım mı sandılar?" Sûre, imanın sadece dil ile söylenen bir kelime olduğunu sanan bir grup insandan sözederek devam eder. Bir sıkıntı veya mihnetle karşılaştıklarında, hemen sapıklık cehennemine dönerler. Âhiret azabı dünya azabından daha hafifmiş gibi, dünya azabın*dan kurtulmak için, İslamdan çıkarlar." İnsanlardan kimi vardır ki, Allah`a inandık der. Fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah`ın azabı gibi sayar..."

Sûre, peygamberlerin sıkıntıları ve Allah`ın risâletini tebliğ hususunda karşılaştıkları şiddet ve zorluklardan bahsederek devam eder, Nuh kıs-sasıyle başlar, sonra İbrahim, sonra Lût, sonra da Şuayb (aleyhimu`s-selam)`ın kıssasını anlatır. Âd ve Semûd gibi bazı zorba ve azgın milletlerden, Kârim, Hâmân ve diğer azgınlardan bahseder ve onların başlarına gelen helaki hatırlatır.

17.07.2011

Okuduğumu hayatıma nasıl geçirebilirim?

Peygamberin(asm) bildirdiğine göre, öldükten sonra insanların en çok pişmanlık duyacak olanları; dünyada iken ilimlerini hayatlarına aktarmayanlardır.
Başarıdaki en ince sırrın nerede saklı olduğunu bilir misiniz? Küçük bir grup insanı diğer insan kitlelerinden ayıran ve aralarda uçurumlar oluşturan sır nerede gizlidir? Zekâda mı? Zenginlikte mi? Destekleyici ve teşvik edici çevrede mi? Soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmekte mi? Hayatımızın akışı, bize bizi çok değerli kılabilecek bilgiler öğretir. Bize heyecanla anlatılan başarı sırlarının pek çoğunu önceden bildiğimizi görürüz. Bazen insanlara anlatmaya çırpınırken, boşuna konuştuğunuz düşüncesine kapılabilirsiniz. Çünkü ne anlatsanız, biliyorlardır. Sorun nerede o zaman? Çok şey biliyorsak, hayatlarımız neden değişmiyor?
Peygamberin(asm) bildirdiğine göre, öldükten sonra insanların en çok pişmanlık duyacak olanları; dünyada iken ilimlerini hayatlarına aktarmayanlardır. Bildiği halde ilmini yaşamayanın hâli çok acıklıdır gerçekten: Evinizde bir ülkeyi satın alacak değerde hazine saklıydı ve siz onu demirciler dükkanında hurda fiyatında sattınız. Olağanüstü bir hazineyi yok fiyatına sattığınızı sonradan öğrenmek size esef vermez miydi? Başarı yollarını ararken kendimizi duvarlara çarparak yıllarımızı tüketiyoruz. Sırlar bir yerlerde gizlenmiyor. Aksine, çocukluğumuzdan bu yana bulutların arasından süzülen ışıklar gibi gözlerimize ve kalplerimize saçılıyor. Aslında hayatta en büyük başarı; hatta başarının tek başına kendisi; insanın öğrendiğiyle amel edebilmesidir. Zenginlik israf etmemekte gizliyse; zenginlik, iktisadı başarmaktır. Sağlık sigarayı bırakmakta saklıysa, hafıza sabah erken uyanmakta gizli ise; başarı sigarayı bırakmakta ve erken uyanmakta aranmalıdır.
Bildiğini hayatına aktarmayanın yüzleşeceği tehlikeler, bilmeyenlerden kat kat fazladır. Cahil, öğrenebilir. Bilmeyenin öğrenme ve uygulama fırsatı her zaman açıktır. Ama bilenler bildiklerini uygulama savaşı vermediklerinde, ilimlerini taktir etmemiş, şükrünü eda etmemiş olurlar. Matematik öğrenen çocuk bakkaldan alışveriş yaparken, ödeyeceğini ayrıca hesaplamıyorsa, öğrendiği matematiği taktir etmiyordur. Güler yüzün hayrını idrak ettiğimiz andan itibaren yüz hatlarımız değişmemişse, tebessümün şükrünü yerine getirmiyoruzdur. Sonuçta, Kaderin Şefkâtli Sahibi de, bildiklerini sanarak nankörleşenlere tokatlar savurur: Çünkü ilim izzetlidir.
Kendilerine sunulan izzete şükretmeyenler, ilim sahibi olmayı hak edemezler.
Şükredemeyenlerin gözleri “ülfet perdesiyle” kapatılır; o gözler bulutların arasından saçılan bilgi ışıklarını göremez olurlar. Sonra onlar herkesle birlikte ilim okyanusunda yürütülürler, ama farkında değildirler. Sonra da kalplerine “ben biliyorum” adını taşıyan kapkara bir gurur perdesi örtülür. Cehaletleri arttıkça, kendilerini âlim sanan zavallılara dönüştürülürler. Gururları başkalarından öğrenmelerini engeller. Âlimler onlara öğretmekten kaçınır. Melekler kalplerine ilhamı kesip onları terk ederler. Sorunumuzun farkında mıyız?
Çırpınırcasına öğrenmeye çalışıyoruz. Bir kurstan veya konferanstan ötekine koşuyoruz. Övülen bir kitap duyduğumuzda fedakârlık yapıp hemen satın alıyoruz. Değerli bir bilgiyi hayranlıkla dinliyoruz ve kavramaya çalışıyoruz. Peki, öğrenme yolunda gösterdiğimiz çırpınışın hiç olmazsa onda birini, öğrendiğimizi uygulayabilmek için gösteriyor muyuz? Üniversite sonuna kadar uzanan öğrenim süreci bize sadece bilgiyi “öğretiyor.” 20 yılı aşkın süre boyunca binlerce günümüzü sadece hocalarımızı dinlemekle ve anlattıklarını not etmekle geçirdik. Peki, derslerin hemen ardından hayat okyanusuna döndüğümüzde öğrendiklerimizle neler yapabileceğimizi de sorguladık mı?
Başarının sırlarını bilenlerin belki de milyonlarca olduğunu görebilirsiniz. Hayatta devrim yapabilecek bilgileri içeren kitapları yüz binlerce insan okuyor. Ama o insanlardan sadece birkaçının yıldızı parlayabiliyor. Sadece birkaçının ruhunda depremler yaşandığını görüyorsunuz. Sadece birkaç kişi aşkını kaybetmiş Mecnun gibi dağlara savuruyor varlığını... Az insan gecenin yıldızlarını gözyaşlarıyla özlüyor. Az insan televizyondan vazgeçebiliyor. Az insan sabah uykusunu parçalayarak yatağından fırlayabiliyor. Bir avuç insan ''Evrenin Sahibine'' kavuşma arzusuyla uzaya uzanmak isteyen ruhunu ateşleyebiliyor. Çünkü öğrendiklerini uygulama savaşı veren insanlar çok az. O zaman çaresiz miyiz? Hayır! Bu küçük yazının içeriğine gelin birkaç öneriyi sığdıralım:
• Bilgi, “bilmiyorum ve öğrenmek istiyorum” diyen kalplerin yanında huzur bulur. Sizi sevmeyenlerin huzurunda hoşnutluk duymazdınız. İlme aşık olmanın yollarını aramanızı öneriyorum. İlme kavuşmak için tüneller kazmaya, sürünerek de olsa Çin’e gitmeye, gerekiyorsa horlanmaya ve aç kalmaya hazır olmalısınız.
• Bilgi kapısını açan şifre “şükür duygusunda” gizlidir. Size öğreterek öneminizi artırdığını her hatırladığınızda ''Evrenin Sahibine'' sevinçle ve minnetle şükrediyor musunuz? Şükür, sevincinizi; sevinç, zihinsel sağlığınızı; zihinsel sağlık, öğrenme becerinizi; öğrenme beceriniz de yeniden sevincinizi artıracaktır. Hafızanızı bir yoklar mısınız? Size öğrettiklerinden dolayı bugün Yaratıcımıza kaç kez teşekkür etmiştiniz? Şükretmedikleri halde yine de bugün kendilerine bir şeyler öğretilenler, biriken borçlarını nasıl ödeyeceklerini sanıyorlar?
• Bildiğimiz kadar değil; bildiklerimizi yaşadığınız kadar değerli olduğumuzu idrak etmeliyiz. Yaratıcımız bizi bilgilerimizle değil, yaşantımızla değerlendirecektir. Zira O bizim mallarımıza ve suretlerimize değil, amellerimize ve kalplerimize bakıyor. Bilgilerimiz, mallarımız ve suretlerimiz cinsindendir; ama niyetlerimiz ve yapmaya çabaladıklarımız, gerçek değerimizi oluşturacaktır. Son nefesinize kadar öğrenmek; ama, herhangi bir bildiğinizi yaşamaya fırsat bulamadan ölüp gitmek ister miydiniz? Öğrenme çabası da bir eylemdir elbette; ama onu yaşantıya aktarmakla ona ruh katarsınız. Elektriğiniz yoksa buzdolabınız ne işe yarar?
• Yeteneklerimiz bildiklerimizle değil, uygulamalarımızla gelişir. Zaten hayatımızdaki gerçek başarılarımız diplomalarımıza değil; becerilerimize dayanır. Bize aldığımız eğitimlere göre değil, işyerimize sağladığımız katkıya göre ücret verirler. Sosyal hayatta bize duyulan saygının temelinde bildiklerimiz değil, yapabildiklerimiz yatar. İnsanları bildikleriyle değil, yaptıklarıyla hatırlarsınız. Eser üretenler çok bilenler değil, az da bilseler, bildiklerini yaşayanlardır.
• Az da bilse, bildiğini yaşayan, çok bildiği halde bildiğini yaşamayandan daha başarılı olacaktır. Gazetelerde çarpıcı bir istatistik okumuştum: İnsanlara ekmek kapısı olan işyerlerinin sahipleri, genellikle resmî yüksek eğitim süreçlerinden geçememişler. Patronların çoğu ilkokul mezunu. Üniversiteleri bitirenler ise çoğunlukla bu çalışkan patronların kurduğu fabrikalarda iş arıyorlar. Çünkü, öğrenciler üniversiteye kadar uzanan süreçte öğrendiklerini uygulamanın önemini yeterince kavrayamamış oluyorlar. İz ve eser üretenler ise hayata tam da uygulamanın içerisinde başlıyorlar. Küçük bir bilgi kırıntısı edindiklerinde, ertesi sabah ilk yaptıkları iş, onu uygulamak oluyor.
• Zihinsel bir sorgulamayı alışkanlık hâline getirmeliyiz: “Bu bilgi gerçek hayatta nasıl işime yarayabilir? Onu şimdi ve bundan sonra nasıl uygulayabilirim?” Bu sorgulamayı yaptıkça alışkanlığa dönüşecek ve gün gelecek, yaşama biçimimizin de değiştiğini göreceğiz. Eğer işinize yaramayacak bir bilgi öğrenmişseniz derhal atın gitsin. • Öğrendiğiniz her yeni bilgiyi sorgulayın: “Bunu nasıl uygulayabilirim? Gerçek hayatta nerede kullanabilirim?” Fırsatını bulur bulmaz da mutlaka kullanın. Eğer kullanamayacağınız bir bilgi öğrenmişseniz, kültürsüz kalmanız pahasına da olsa acımayın, unutun.
• O zaman ne olur? O zaman, gelecekteki yıllarınızda dehanız gelişir. O zaman, geçen her gün, ruhunuzun sevgi ve sevinç okyanusunun kilometrelerce ötesine daldığını fark edersiniz. O zaman, siz Evrenin Sahibinin evrende en çok önemsediği, özenle koruduğu ve meleklerine taktirle yâd ettiği izzetli ve sevgili bir temsilcisi oluverirsiniz. O zaman, size bakan, varlığınızda Yaratıcınızın imzasını okur. O zaman, siz evrenin en değerli meyvelerinden birine dönüştürülürsünüz. Bunları istemez miydiniz?
Muhammed Bozdağ
b_360_0_0_00___files_images_content_resized-6232-1304928924.jpg
Okuduğumu hayatıma nasıl geçirebilirim?

16.07.2011

Münir Derman Hazretleri anlatıyor... (Ve le zikrullahu Ekber)

Münir Derman Hazretleri anlatıyor...
''Ne söylemiş Resulü Ekrem ona bak.
O ne yaptı ise onu yap.
Allah Kur'anda ne söylemişse onları kendi malın gibi bil.''

En büyük zikir Allah'ın kendini zatı Ahadiyyetini zikrettiği zikirdir.
Durmadan kâinat tesbihat halindedir.

İnsan da bu tesbihata devamlı olarak (hücreler, bütün organların mikroskopik kısımlarıyla birlikte) kalb ile devam etmektedir.
Bütün mahlûkat canlı cansız herşey tesbih halindedir dedik...
Atomlardan tutun da bütün vücut hücrelerinde devam eden bu tesbihatı kalb hissettiği zaman Hak'kın zikri o zaman cesedde ortaya çıkar.
(Allah'ın) demiyoruz (Hak'kın). Bu kelimeleri anlamak en güç meseledir.
Bundan dolayı Mansur (Enel Hak) diye bağırdı (Enallah) demedi.
(Ben Allah'ım) zaten kimse söyleyemez.
Söylediklerim kuru lâf değildir.
Mansur'u anlayamadılar.
Katline ferman verdiler...
Allah da bu sırrı söylemesin diye ona katlolmak nasip etti.
Başa gelecek her türlü belânın altında bir hayır vardır.
Bunu unutmayınız.
Ben söylemiyorum.
Resulü Ekrem söylüyor.
Bunu milyonda bir fark eder.
İnsan belâların altındaki hayrı tefrik edemedi mi isyana küfre kadar sürüklenir.

Bir zaman toprak üstünde iken şimdi toprak altında olanlardan toprak üstünde iken yaptıklarından bahsetme.
Onları rahmetle an...
Şimdi toprak altında iken ne yaptıklarından biliyorsan bana onlardan bir ip ucu ver.
Ona göre hareket edeyim.
Bütün bu tesbihat ve zikirlerin hepsinde hedef Allah'tır.
Zikredici Allah'tır.
Bütün zikirlerde söylenen kelimeler lâfızlar alettir.
Bunlara hulûs ile devamla, kalpte tarifi mümkün olmayan bir halet hasıl olur.
İşte asıl zikir (O) dur.
Dikkat et (budur) demiyoruz.
Söylenecek kelimeleri alet olarak kullanarak kalbin harekâtına girmek lâzımdır.
O zaman kalp bilinmeyen bir intizama girer.
Senin haberin olmayan zikre, haberli habersiz girmektir.

Ayeti kerime (ve ile başlar) ve le zikrullahu ekber'in manası "Ya Ha-bibim o zikir var ya Allah'ın zikri en büyük zikir odur."
Yoktan yaratılan kâinattaki intizam idrak hududunun dışında bile durmadan tesbih halinde atomuyla protonuyla işlemektedir.
Yıldızlar döner, gece gündüz olur.
Birbirlerinin etrafında dönerler.
Mütemadiyen bu tesbihat devam eder ki bu Allah'ın güçlerinin (Hak) olarak Allah'ı zikretmesidir. Senin kalbin de bu tesbihat içinde durmadan doğuştan son gününe kadar çalışmaktadır.
Bu senin Allah'a en yakın olmak hasebiyle Allah'ın zikrine iştirak etmeni sağlar.
O zaman (Hak) dan Allah'ın zikrine girmiş olursun.
Erirsin, ya Mansur gibi bağırır kafan vurulur veyahut denizdeki bir damla gibi denizle bir olursun.
Ne söylemiş Resulü Ekrem ona bak.
O ne yaptı ise onu yap.
Allah Kur'anda ne söylemişse onları kendi malın gibi bil.
O zaman bütün mürşitlerin, büyüklerin, gelmiş geçmiş velilerin isimleri saymakla bitmez.
Dedikleri ve öğrettikleri şeylere bu yukarıda anlatılan şekilde girmeye çalış.
Ölmeden evvel ölün Hadisinin derin manası da budur.
Dünya yüzünde iken Ahad da eriyin.
O'nun yarattığı kâinatın en kıymetli mahlûku olduğunuzu bilin.
Bu kelime lâfız ve sözlerin gizli ve açık birçok yolları vardır.
Kuru lâflar üzerinde kalma. Kendini örseleme.
En basit en aciz bir kulun söyleyeceği ve anlatacağı (Ve le zikrullahu Ekber) in manası budur.
Not:
Yukarıdaki yazı
" ALLAH DOSTU DER Kİ...YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ YAZILACAK SIRLARIN SONU 2. CİLT "
 kitabından alınmıştır.