16.11.2012

 
 
"Sakın, Allah'ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma.Yalnız onlarla hesaplaşmayı gözlerin şaşkınlıktan dona-kalacağı bir güne erteliyor..."

(İbrahim Sûresi / 42.Ayet)

YOKLUĞU GÖZE ALAN YAZI




“biz bir aşk nedir biliriz seninle, biz biliriz

ey kim varsa orda o tek olanın adına çekin kürekleri”

Turgut Uyar


Eskiden ne zaman ilahi aşk ve beşeri aşk arasında bir ilişki kurulduğuna tanık olsam bu iki aşk çeşidi arasında kurulan, kurulmaya çalışılan tüm münasebetlere kuşkuyla bakar, bu yönde çaba sarf edenlerin “zorlama” bir uğraşı iş edindiklerini düşünürdüm. İlahi aşk ile beşeri aşkın birbirleriyle yakınlaşabileceğine, birinin, - özellikle beşeri aşkın- diğerinin nedeni olabileceğine pek ihtimal vermezdim. Hatta beşeri aşkın- arzulanan şekilde cereyan etmemesi halinde- ilahi aşk yolunda bir engel oluşturabileceğini dahi düşünürdüm. Niteliği ne olursa olsun her aşkın bir diğerini dışarıda bırakarak yaşanabileceğine yönelik bir inanca sahiptim.



Bilhassa beşeri aşk aracılığıyla ilahi aşka doğru bir yolculuğa çıkanların konu edildiği her eserde, anlatıda kahramanların sevgilileriyle “kavuşamama” durumunu bir ortak kader gibi yaşamaları bana çok farklı şeyler düşündürtürdü. Bir sürecin kesintiye uğradığı yerde çok fazla çaba harcamadan, bir bakıma kendiliğinden daha nitelikli ve yüceltici bir sürecin içinde oluvermek bir “lütuf” olarak ele alınabileceği gibi farklı değerlendirmelere de açık bir konuydu benim için. O günlerde ilahi olana bir mahrumiyetin tesellisi olabilecek, sevgiliden ayrı kalmanın ızdıraplarından bir kaçış anlamı taşıyabilecek bir yolla değil de bir arada olmanın şükre dönüşmüş sevinciyle, coşkusuyla varılabileceğini düşünürdüm. Dile getirememenin, kavuşamamanın açtığı yarayla, acının kamçıladığı duygularla Allah’la güçlü bir bağ kurma yönündeki gayretlerin insani zaaflarla gölgeleneceğine inanır, bu yolla kutsal bir sevginin üretilmesinin, ortaya çıkmasının oldukça zor olacağını hissederdim. Bana göre ilahi aşk ancak büyük bir mutluluğun, eşsiz bir bütünleşmenin sağladığı bir vecd halinden sonra alevlenebilirdi, hayal kırıklığının olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı, melankolinin bizi dünyadan koparmaya çabaladığı bir süreçte değil.



Bu düşüncelerimin uzun zamandır farklılaşatığını hissetmeme rağmen, bu değişimin kaynaklarını, daha önce neden böyle düşündüğümün gerekçelerini netleştirememem, bu konuyu derli toplu ele almamı zorlaştırıyor. Bu da ister istemez beni bir huzursuzluğa sevk ediyor. Bu konuyla ilgili zihnimde az da olsa bir belirginliği sağlayabilirsem sanırım bu konuyla ilgili huzursuzluğum sona erecek.
Beşeri aşkla tanışmış herkes hissettiklerinin karşısındaki insanla ne kadar ilgili olduğu konusunda az çok bir şüphe yaşamıştır. Bu kuşku aşkın en yoğun hissedildiği dönemlerde bile kendini –bence daha fazla- hatırlatacak kuvvettedir. Çünkü insan bir gücün denetimi altında olduğunu, bu güçün tüm benliğine egemen olmaya başladığını, yaşamında olağandışı, olağanüstü bir şeylerin olduğunu tüm kaçma girişimlerine rağmen fark eder. Bütün olup bitenlere bir insanın sadece varlığının neden olabileceği hiç birimize pek inandırıcı gözükmez, ancak bunu kendimize itiraf etmekten çekiniriz. Çünkü her ne kadar tüm yaşamımız altüst olmuşsa da bu büyülü , her zaman tecrübe edemeyeceğimiz yeni durumun sırlarından haberdar olmak isteriz. Fazla sorgulamanın büyüyü bozacağı endişesiyle kendimizi akışa bırakmayı tercih ederiz. İşte kendimizi akışa bıraktığımız andan itibaren ilahi aşka doğru yolculuğumuz başlamış demektir. Bu akış halinde Allah’ı eskisinden daha sık hatırlamaya başlar, ona sorular yöneltir, yakarışlarımızla yakınmalarımızın bir birine karışmasına engel olamayız. Çoğunlukla onunla daha fazla iletişim kurmaya başladığımız dikkatimizi çekmez, farkında olmadan kendimiz hakkında ve ilahi olanla ilgili ilk derin kavrayışları ediniriz. Her şey bir insan etrafında gelişiyor gibidir fakat aslında “Bir” olanla ilgilidir.


Allah’la kuracağımız kendimize özgü iletişim biçiminin oluşmasında, ilahi olanla bir yakınlığın tesis edilmesinde aşkın büyük işlevinin farkına varmak beraberinde yeni sorular getirir. Örneğin; başka bir yolla değil de neden aşk yoluyla ilahi olana yönelik bilgilerimizin, ona yönelik sevgimizin niteliğinde önemli farklılaşmalar oluyor? Neden aşık olmayabileceğimiz halde aşık oluyoruz. Sanırım bu sorulara İsmet Özel’in “Tahrir Vazifeleri” adlı eserinin “Varoluş, Hayranlık, Aşk” başlıklı yazısının son cümlesi aracılığla (“Zira aşk varolanın sevilişinde tamamlanmayan ve sevenin “yokluğu” göze alarak varoluşa yönelmesinden başka bir şey değildir.”) büyük ölçüde cevap bulabildim.


“Zira aşk varolanın sevilişinde tamamlanmayan ve sevenin “yokluğu” göze alarak varoluşa yönelmesinden başka bir şey değildir.” İsmet Özel’in bu ifadelerindeki “yokluk” vurgusu daha çok “Neden hiçbir şey olmayabileceği halde bir şey var.” önermesi ile ilgili. İsmet Özel mantık sınırları içerisinde bu soruya herhangi bir yanıt verilemeyeceğini, ancak Varlık’la aracısız, bahanesiz bir bağ kurarak yani varlığın yokluktan çıktığı bilgisine sahip olunarak bu sorunun yanıtlanabileceğini ve böylece “varoluş eksenine” dahil olunabileceğini belirtir. İnsanın kendi varoluşunu ancak “yokluğun" gerçek mahiyetini kavrayarak “tadabileceğini” (yazar bilmek, anlamak, hatta yapmak değil sadece tatmak fiilini kullanabileceğimiz belirtir) vurgulayan Özel, böyle bir durumda her şeye hayranlık duyulmasının kaçınılmaz olduğunu belirtir, daha sonra bu hayranlık aşamasının insan oluşla “oluş” arasındaki bağa işaret ettiğini açıklar. Bunun insandaki karşılığının “aşk” olduğunu ifade eder.

İsmet özel'in sözündeki "yokluğu göze alarak" ifadelerini yoktan var edenle bütünleşme, onun varlığında erime arzusu olarak okudum. Sevginin ortaya çıktığı, üretildiği her durum sevilenin varlığına sığmayacak, sadece onunla ilişkilendirilemeyecek kadar inanılmaz bir güce sahiptir. İstese de istemese de muhatabını "yokluğa" doğru bir yolculuğa çıkarır. Bu nedenle İsmet Özel'in cümlelerindeki "göze alarak" ifadesinin bilinçli bir tutumu yansıtmadğını, aksine sevginin doğuşundan önce ve sevme sırasında varlığının farkına varmadığımız, ancak bir çok şey olup bittikten sonra az da olsa kavrayabildiğimiz, anlayabildiğimiz bize bahşedilmiş, bizi yönlendirme gücü olan bir sezgiyi işaret ettiğini düşünmemiz lazım.

Aşk ilişkilerindeki "kavuşamama" durumlarına İsmet Özel'in "sevenin yokluğu göze alarak varoluşa yönelmesi" ifadeleriyle yaklaştığımızda sanırım aşktaki ayrılık konusuna yeni yorumlar getirebiliriz. Sevenin zaten kavuşma gibi bir beklentisinin olamayacağını, onun sevgilinin varlığını unutturacak bir yokluğun kıskacında olduğunu iddia edebiliriz. Sevgilinin varlığı sadece bir "yokluğu" işaret etmek içindir. Sevgiliye kavuşulduğu anda sevenin "yoklukla" ilişkisi zedelenir. Kavuşma aynı zamanda insanın kendi varoluşunu tadabilme şansını yitirmesine neden olacağı, hayret edebilmesi için gerekli olan yaratılmış olma bilincini körelteceği için bilincinde olmasak da her sevme girişimi yokluğu göze almıştır. Sevgilinin yokluğunu da sevmenin bizi götüreceği yokluk bilgisinin de.

Önceleri, sanırım beşeri aşktaki sonuçlara gereğinden fazla odaklandığım, aşkın yaşandığı süreçte tecrübe edilenleri göz ardı ettiğim için, bir insanın bir diğerine karşı hissettiği aşkın ilahi aşkla bağını kurmakta zorlanıyordum. Şimdilerde belki yaşantılarımın, gözlemlerimin, okuduklarımın etkisiyle iki aşkın iç içe olduğunu, birbirinden koparılmadan ele alınmaları gerektiğini düşünüyorum.
Notlar:
-Metnin girişindeki Turgut Uyar dizeleri şairin "Münacat" (Divan'dan) adlı şiirinden alınmıştır.
-Metindeki İsmet Özel alıntısı, Tahrir Vazifeleri, Şule Yayınları, 2009,İstanbul, syf 92


Yunus ADIYAMAN

30.09.2012


 

Ey İnsanlar!

Bu haftanın incileri bütün insanlara hitap ediyor:

2:21
yâ eyyuhen-nâsu'budû rabbekum Ey insanlar, rabbinize kulluk edin ellezî halaqakum vellezîne min qablikumsizi ve sizden öncekileri yaratan le'allekum tettaqûnböylece takvaya erişesiniz
Takvaya ancak kulluk ile erişilirmiş.

22:1
yâ eyyuhen-nâsuttaqû rabbekumEy insanlar, Rabbinizden sakının inne zelzeletes-sâ'ati şeyun 'azîm(kıyamet) saatinin sarsıntısı büyük şeydir
Kıyamet saatini küçümsemeyelim.

35:15
yâ eyyuhen-nâsu entumul-fuqarâu ilallâhEy insanlar, siz Allah'a fakirsiniz (muhtaçsınız) vallâhu huvel-ganiyyul-hamîdAllah zengindir, hamde layıktır
Bütün zenginlik O'ndan değil mi?
 
 
 
 
alıntı..K.K

Kelebeğin Kanatlarında


- "Bir gün öleceğiz işte ..."
- "Allah gecinden versin, o ne biçim söz!"

- "Ölürsem eğer ..."
- "Sus, lütfen, yeri mi şimdi!"

- "Kara toprak, beyaz kefen ..."
- "Etme bu lafları, asla duymak istemem!"

Gün olur, mezarlığın kapısındaki cümleye dayanamayanlar çıkar:
"Her can ölümü tadacaktır".Artık modern insana ölümün değil kendisi, sözü bile ağır geliyor. Ne acı... Mümkünse onu hayatından alabildiğine uzağa atmak istiyor. Göremeyeceği kadar uzağa... Hayatının tadını kaçırmayacak kadar uzağa...

Sanki ölüm başımızı kuma gömdükçe kaçabileceğimiz bir şey!

Evet, mezarlıkları şehirlerin dışına kolayca atabiliriz. Ama ölümü asla... Onu hatırlatacak levhaları ellerimizle silebiliriz. Ama hakikatini asla... Sözünü her seferinde susturabiliriz. Ama kendisini asla... Takdir edilen zaman geldi mi, gelir o ecel, kendinden kaçan da dahil aradığını bulur ve gider. Çünkü hayatta insanın başına geleceğinden kesinlikle emin olduğu tek bir şey varsa, o da ölümdür.

Ölüm ki, hayat kadar gerçek.
ellezî halaqal-mevte vel-hayâte67:2 O ki, yarattı, ölümü ve hayatıHayır! Ölüm ki, hayattan daha gerçek.vekuntum emvâten feahyâkum2:28 ölü idiniz, size can verdisumme yumîtukum summe yuhyîkumsonra öldürecek, sonra size can verecekKitab'ımızda gece ve gündüzün beraberliği kadar hayat ve ölüm de içiçe. Çünkü ölüm, ruhun serüveninde ancak bir adım. Tek bir adım. Süregiden akışta sadece bir nokta. Son değil. Asla, son değil. Hamd O'na ki, son değil. Bilakis ebedî hayat için geçilecek kapı. Onu sevelim ya da sevmeyelim, hepimizin geçeceği tek kapı...

Onun ardından ise artık zaman duruyor ve sonsuzluk:
summe ileyhi turca'ûnsonra O'na döneceksinizNe güzel ki ölüm, O'na ve ahiret gününe inanıp, erdemli yaşayış sürenler için kelebeğin kozasından çıkışı... Kanatlanıp uçuşu... Kulun Refik-i Âlâ'ya varışı... Yaratıcı'sına dönüşü... Vuslatı...

Sky 26Bembeyaz son giysisi içinde insan, üzerindeki son emaneti de tertemiz toprağa verip, ruhuyla yücelse, hele bir de başucunda huvel-bâqî yazsa, ona ölümden ne gam...
Alıntı..K.K
 
 

 

Hadislerde Fatiha

Allah ile Kulu Arasındaki Taksim
Allah Teâlâ buyurdu ki: "Ben namazı kulumla kendi aramda iki kısma böldüm, yarısı bana ait, yarısı da ona. Kuluma istediği verilmiştir.

Kul: "elhamdu lillâhi rabbil-âlemîn" deyince, Azîz ve Celîl olan Allah: "Kulum bana hamdetti" der. "er-rahmânir-rahîm" deyince, Allah: "Kulum beni övdü" der. "mâlik-i yevmid-dîn" deyince, Allah: "Kulum beni büyükledi" der.

"Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz" deyince, Allah: "Bu benimle kulum arasındadır, kuluma istediğini verdim" der. "Bizi doğru yola sevket, kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna, gadaba uğrayanların ve dalâlete düşenlerin değil" dediği zaman, Allah: "Bu da kulumundur, kuluma istediği verilmiştir" buyurur.
Müslim, Salat 38, (395); Muvatta, Salat 39, (1, 84-86); Tirmizi, Tefsir, Fatiha, (2954, 2955); Nesai, İftitah 23, (2,135, 236)Hz. Peygamber (SAV), Ubey İbnu Ka'b (RA)'a uğradı. O namaz kılıyordu. Rasulullah şöyle buyurdu:

"Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zü'l-Celâl'e yemin ederim ki, Allah, Fatiha'nın bir mislini ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da, ne de Furkan'da indirmemiştir. O (namazlarda) tekrarla okunan yedi ayettir." (Tirmizi hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Nesai'nin yine Ebu Hüreyre'den yaptığı bir rivayette: "O (Fatiha suresi) benimle kulum arasında taksim edilmiştir. Kuluma istediği verilmiştir" ziyadesi vardır.)


Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 1, (2878)
 
 
alıntı..K.K

 

Sabırdan Şükre

Varlık ya da yokluk içinde olmak... İlk bakışta birbirine pek uzak iki hâl... Çünkü birinde açlık, zahmet ve hüzün; diğerinde tokluk, rahat ve huzur... Bu yanda sığınılan soğuk ve bomboş bir oda, ne vakittir kaynamayan bir tencere, kış boyu sarınılan incecik bir ceket; öte yanda özenle döşenmiş bir ev, sıcacık bir kâse çorba ve camdan seyredilen kar manzarası... Burada ya yetimlik, ya öksüzlük, ama illâ ki biraz erken büyümüş, hayatın derdi bir yerinden omuzlara yüklenmiş çocukluk; orada eş, dost, yâr, yâran... Bu tarafta isteyememenin acısı, istemenin utancı; o tarafta verme vazifesi, paylaşma çabası... Sanki iki ayrı uç... Kıtlık ya da bolluk... Virâne ya da kâşâne... Gözyaşı ya da gülümseyiş...

Oysa ki, hayat baştan sona bir imtihanken ve dahi elde olan sabır, kanaat, şükür ve paylaşma duyguları ise ebedi mutluluğa, diğer türlü, isyan, şikayet, nankörlük ve cimrilik ise ebedi hüsrana giderken şu soruyu çözmek öyle kolay değil: İnsan bu varlık ya da yokluk içinde olma hâllerini sabırdan şükre uzanan iki uzak uç mu bilmeli yoksa sabırdan şükre kavuşan tek bir nokta mı?

Ya bir de, sonuçları itibarıyla değerlendirmeyi bir kenara bırakıp, önce en başa dönsek ve ancak insanoğullarını birbirine nisbet ederek tanımlayabildiğimiz ve ilk bakışta pek ayrı gördüğümüz o zenginlik ve fakirlik hâllerine baksak. Bir anlasak; zengin kim, zenginlik ne; fakir kim, fakirlik ne?
"İşte sizler, Allah yolunda sarf etmeye çağırılan kimselersiniz. Kiminiz cimrilik yapıyor ama, cimrilik yapan bilsin ki, ancak kendine karşı cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz." (47:38)

alıntı..K.K

Âşk bir kapıya varan imiş…
Kapıyı vuran kalp imiş, bir kere vurup, bin kere duran imiş…
Âşk imiş ölüm…

“Ölmeden önce ölün” diyen Peygamber imiş,
…âleme sultan inmiş,
Ahmed-i Mahmud-i Muhammed Mustafa imiş,
aleme rahmet imiş…

Âşk imiş Âşk!..

25.09.2012

 
Kıldım bela-yı aşk ile ben, müptela sefer
Meşhurdur ki aşığa “ya tahammül ya sefer”

Aşkın hikayesini durmaksızın feryad eden bülbüle değil ,

sessiz sedasız can veren pervanelere sor “

“Sükûtu bilmediğinden değil edebdendir
Eğerçi söylemez ammâ neler bilir âşık”

Hızırağazâde Saîd
şefkate bûse kondurur, sevgiye gamze çakarsın,
dostlukla kol kola gezer, azmin engelini yıkarsın,
gölgesi çökse zulmetin umut çerağın yakarsın,
inancına sevgili, gayretine yârsın
bil ki; umudun varsa sen de varsın!

yeis sızamaz semtine, ümide gözün gibi bakarsın;
dertler yıldıramaz seni, sabrınla bulutlara çıkarsın;
güneşe selam gönderir, yıldızlara nur takarsın;
ukbâya taliptir özün, sen bu dünyadan bıkarsın.
koşarken aşk ile koşar, yaşarken şevk ile yaşarsın,
bil ki; umudun varsa sen de varsın!

23.09.2012

 
Bir aşık vardı. Sevdiğiyle her gece buluşur, sohbet eder, hasret giderirdi. Bir gece, yorgunluğu gâlip gelip, uyuya kaldı. Gözünü açtığında baktı ki çoktan sabah olmuş. Büyük bir üzüntü ile sevdiğine durumu haber verdiğinde, şu cevabı aldı:...


- Üzülme sevdiceğim. Ben de Rabbime karşı hep bu durumdayım. O beni her gece bekler; lâkin ben, günün yorgunluğu ile buluşma zamanını kaçırırım. Bu, sevgimin azlığından değil, zayıflığımdan olur. Neyse ki o rahmet sahibi Yâr, hergün defalarca fırsat verir. Birinde olmasa, diğerinde gelebilmem için, kapısını açık tutar. O kadar ki, hiçbir buluşmaya gidemeyecek kadar fersiz düşsem bile, son nefese kadar hep, beklemeye devam eder.

Âşıksan edep o ki, mâşuku bekletmeyesin. Mâşuksan edep o ki, beklemeyi de sevesin.
 
Fani Aşk Yoktur, Aşkların Hepsi Baki Olanadır. Tek Fark Şudur Ki; Kimi Sanatı Görür, Kimi Sanatçıyı.

Hz.Mevlana

 

innemâ eskû bessî ve huznî ilallâh

«Ben derdimi ve hüznümü ancak Allah Teâlâ'ya arzederim» (Yûsuf/86)


20.09.2012


 
Dünden bugüne bir yalnızlık,
Bugünden yarına bir anlamsızlık düşüyor ömrümden.

Kadim Dolunay
 
En yaralı yanımı, en kusursuz yanım saydığım hayallerim vardı...
 
Hadi bir sen dol içime, bir de hüzün...
Ah'ı öğretir özüme yüzün.

Kadim Dolunay

 
Hayat ki, tutar seni boğazından; oltası yok!
Ya donarsın, ya yanarsın; ortası yok!

Kadim Dolunay
MEN BENDE-İ KUR'ANEM EGER CAN DAREM






MEN BENDE-İ KUR'ANEM EGER CAN DAREM
MEN HÂK-İ REH-İ MUHAMMED MUHTAREM
EGER NAKL KUNED CÜZ İN KES EZ GÜFTAREM
BİZAREM EZ U VEZ AN SUHEN BİZAREM


Bu canım var oldukça ben Kur'ana tutsağım
Muhammed Mustafanın yolundaki toprağım
Benden başkaca bir söz nakledenler olursa
Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım


Aşka yanmalı, can dediğin ya canın olmalı; ya da,canını almalı.
Yar diyemezsin ki herkese, içindeki yaran olmalı.
Herkesin de bir yüreği vardır ama, yürek dediğin de, bir Aşka yanmalı.

(Hz.Mevlana)
 
Şimdi akşam. "Gün akşamlıdır" unutma!
Ölmeden önce bil öleceğini ki,yaşatıldığını farkedesin.

(Senai Demirci)

16.09.2012

Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin...Uçmayı göze aldıysan düşmeyi de bileceksin.. Çünkü uçmak düşmeyi göze almaktır.... Hayat dediğin hep yarım kalmaktır. O yarımlıkla yaşamaya çabalamaktır... Burkulsa da için umut edeceksin. Düşecek ve ''bir daha'' diyeceksin... Zaten bu değil midir aslolan. Düşmek, tozları çırpmak eteklerinden ve yeniden doğrulmak... Küçüklüğünde böyle sanmazsın hiçbir

şeyi... Herşey senindir. Hayat senin,kader senin sanırsın...Herşey yönetilmeye müsait bir dümendir senin elinde. Hayatın tuttun mu bir ucundan, herşeyin ve her şerrin nasıl kaydığını görürsün elinden. Kader sabun, sen ıslak elle tutmaya çalışırsın...Nasıl kaydığını seyretmektir artık kader. Sadece izlemek , yine de çabalamak ve tevekkül etmektir...Orda teslimiyet bekler seni.. Ya teslim olur huzur bulursun, ya neden der durursun...

Rabbim...

O kapıda sana teslim oldum. Senden ne gelirse amenna..

Sadece omuzlarıma biraz daha kuvvet istiyorum. Biraz daha sabır,biraz daha güç istiyorum...

O kapıdayım.. Ve Senden gelecek hayrı sabırla bekliyorum...


 

 
'Teşbihinde hata var' heyecanı kurşunlanmış duygularımın..
Bir ölüm kıyısında bencileyin titrer kalemim..
Yıldızları şiirlerle uyuttuğum gecelerin sabahında,
Sağ yanıma kıble, sol yanıma karayel eser...
Kalbini araştır ve ruhunu dinle:sen içindeki beni harcarken ben bir an bile seni unutmaya meyletmedim..Sen bildiğim gibi kalmadın ama ben unuttuğun gibiyim hala..
 
Ben çocuklar gibi sevdim....
Devler gibi acı çektim..
Ama
Bitti..!!
Büyüdüm...
...Devler gibi acı çekicek
Çocuklar gibi sevicek
Ne zaman kaldı nede Kimse....
 
Bazen bir zellede adem elmasıdır aşk.
Yutkunursun.
 
Ben imtihanımla övünüyorum.. Şükür ki rabbim cenneti için vesileler yolluyor bana... Daha bir sevesim geliyor derdimi bu kapıdan içeri aldığım zaman..
 
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Cennette yüz derece vardır.
Her derecenin arası gökle yer arası gibidir.
Firdevs en yüksek derecedir.
Firdevs cennetinde dört ırmak akar.
O ırmakların üzerinde arş vardır.
Allah’tan Cenneti istediğiniz vakit, Firdevs’i isteyin.
Firdevs önceki sâdık müminlerin meskenidir.
Firdevs’in sahiplerinin meskeni Rahman’ın arşının altındadır’ buyurdu.”
.
Buhari, Tirmizi
Aşk, cefâ ülkesinde umudun rüyasıdır.
.
Nurullah Genç

2.09.2012

 
Gönüldeki duyguların da, gönülde uzun zaman kalmaması gerekir.
Bu yüzdendir ki, duyguları, düşünceleri, söyleyişte, anlayışta, gönül için bir boşalma bir ferahlık vardır..!
Bu hal gönülde bulunan mahpus bir kuşun uçmasına benzer..
Fakat, ey gönlümün kuşu gizlice uç; göz önünde apaçık uçma..!
.
Mevlâna Celâleddin-i Rûmî
Gönül ki Allah’ın evidir,
Elbette kendisine ateş değmeden de yanar ve
O yanıştan kainata nur üstüne nur saçılır..!
İskender Pala
 
Mübarek alimlerden Zenbilli Ali Efendi hanımından hiç memnun değilmiş.
Bir gün yolculuğa çıkmış.
Yolda giderken, iki kişiye rastlamış.
Beraberce yollarına devam etmişler.
Bir müddet gittikten sonra acıkmışlar; adamlardan biri: ‘Allah’ım bize yemek gönder!’ diye dua etmiş.
Bakmışlar ki karşıdan bir adam elinde bir tabak yemekle geliyor.
Karınlarını doyurmuşlar. Tekrar yola çıkmışlar; yine karınları acıkmış.
Bu sefer diğer adam dua etmiş: “Allah’ım bize yemek gönder!”
Yine karşıdan bir adam elinde yiyeceklerle gelip, bunlara ikram etmiş.
Bir müddet daha gitmişler ve yine mola vermişler.
Sıra Zenbilli Ali Efendiye gelmiş.
Biraz düşünmüş ve sonra şöyle dua etmiş;
“Ya Rabbi bu kardeşler kimin hatırı için senden yiyecek istedilerse
Ben de onun hürmetine senden yemek istiyorum.
Bakmışlar ki, karşıdan iki adam ellerinde çeşit çeşit yemeklerle, şerbetler geliyor.
Adamlar çok şaşırmış ve: “Nasıl dua ettin?” diye sormuşlar.
Zenbilli Ali Efendi demiş ki: “Önce söyleyin siz nasıl dua ettiniz?”
Adamlar, “Biz duamızda: “Allah’ım, bize karısının zulmüne sabredip
erenler arasına karışan Zenbilli Ali Efendi hürmetine yiyecek gönder” diye dua ettik” demişler.
İşte o zaman Zenbilli Ali Efendi, işin farkına varmış.
Arkadaşlarına: “Benim yolculuğum burada bitiyor. Evime dönmem gerekiyor..” demiş.
O mertebeyi karısının eziyetlerine katlanarak elde ettiğini anlamış.
.
Hekimoğlu İsmail
 
Hiç kimse demesin, “İçime şu geliyor, bu geliyor..
Şöyle bir kalbî problemim var.”
İçine o geliyor da sen üst üste kırk gece kalkıp o iş için ağladın mı?
Başını yere koydun, alnını yaşlar içinde buldun mu?
Neden mazeret beyan ediyorsun?
Yüreğinle Allah’a teveccüh et, yalvar yakar!
“Tut elimden Allah’ım, tut ki edemem sensiz!” de.
Rica ederim, onun uğrunda yüreğinizi parçalamadan
Yüreği parçalanmış insanlara lütfedilen şeyleri beklemeyin.
O bazen ekstradan da lütfedebilir; ama umumiyetle aldığınız risk kadar,
Gösterdiğiniz gayret ve cehd kadar mükâfat vardır.
Hele siz bir gecenize gündüz boyası çalın, o da sizin gecenizi gündüz yapsın.
Siz dünya gecelerinizi gündüz yapın, o da ahiret karanlıklarını aydınlığa tebdîl eylesin.
Allah, eşiğine baş koyan yüzleri çiğnetmez ve mahcup etmez;
Yeter ki siz yürekten ona yönelin ve
“… Edemem, sensiz asla edemem!” deyin.
.
M. Fethullah GÜLEN

17.08.2012


Dünyalık istiyorsan âhireti kalbinden at.
Âhireti istiyorsan dünyayı oradan çıkarman gerekir.
Hangisi nefsine yararsa onu seç.
Şayet Mevlâ’yı istiyorsan,
Kalbinden hem dünyayı, hem de ahireti çıkar..
.
Gavs-ül Azam Esseyyid Abdülkadir’i Geylani
(“El-Fethü’r-Rabbani Vel-Feyzü’r-Rahmani” adlı kitabından)

Gözlerine bakmak değil, gözlerinle bakmak istiyorum…
Ellerini tutmak değil, ellerinle tutmak…
Ve beni unutmak istiyorum…
.
Dursun Ali Erzincanlı
 
“Ey Nefs !
Sen değerli eşyaları ucuza almak istiyorsun.
Maalesef çalışmadan ve amelsiz o değerli eşyalara sahip olman mümkün değildir.
İnsan bal yemeyi istiyorsa, bal almaya gittiği zaman arıların sokmasına tahammül etmesi gerekir.
Maksuda ve matluba varabilmesi için mutlaka meşakkatlere, eziyetlere ve sıkıntılara tahammül etmesi gerekir.”
.
Şeyh Muhammed El-Haznevi (k.s.)
 
“Mihnet ve ıstırap, aşkın levazımındandır, çaresiz katlanılacak…
Yoksulluk, dert ve gam; bunlar lazımdır.
Dost, sevdiğini, kendisinden başka her şeyden kesilmiş ve sıyrılmış görmek ister.
Bu makamda huzur, huzursuzlukta; karar, kararsızlıkta; rahat, rahatsızlıktadır.
Bu makamda nefse çare aramamak, kendisini mihnet ve ıztıraba bırakmakla olur.
O zaman da insan kendisini sevgiliye ısmarlamış ve bırakmış bulunur.
Devlet bundadır.
Devlet, ondan ne gelirse razı olup onu kabul etmektedir.
Bu rahatsızları gerçek rahatın ta kendisi bilin!
Bu hale düşüp de kendisini ona terk edebilen, kazançların en büyüğüne ermiştir.”
.
İmam-ı Râbbani mektup-140