2.06.2013

 
 
“Allah’ın insanlar için açtığı iyilik kapısını kimse kapatamaz ve kapattığı kapıyı da kimse açamaz. O’nun gücü, hükmü ve hikmeti mutlak ve sınırsızdır. Öyleyse ey insanlar! Allah'ın size olan iyiliklerini iyi düşünün. Size göklerden ve yerden rızık veren Allah'tan başka bir yaratıcı var mı? O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. Bu gerçeği anladığınız halde nasıl oluyor da doğru yoldan dönüyorsunuz?”
 (Kur’an, Fatır; 2-3)
 
 
 
 
 
"Sarayı süslese de, kendini bilmeyen altın ölü; dağlarda dolaşsa da çiçek arayan arı diridir. İnsan da, odağına göre ve odağı kadar yaşar. Kimi odaklandığı bir kaşık suda boğulur, kimi de kalbine doldurduğu bir avuç güzellikte mutludur."
 
Dr. Muhammed Bozdağ
 
 
 
 
 
Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, sana Safiyye'deki şu şu hal yeter!" demiştim. (Bundan memnun kalmadı ve): "Öyle bir kelime sarfettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı (denizin suyuna galebe çalıp) ifsad edecekti...
" buyurdu. Hz. Âişe ilaveten der ki: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir insanın (tahkir maksadıyla) taklidini yapmıştım. Bana hemen şunu söyledi:
"Ben bir başkasını (kusuru sebebiyle söz ve fiille) taklid etmem. Hatta (buna mukabil) bana, şu şu kadar (pek çok dünyalık) verilse bile!"
 [Ebû Dâvud Edeb 40 ; Tirmizî, Sıatu'l-Kıyame 52]
 

 

Kadim İnsandan Kadim Kelamlar..

 
Siretin güzelliği yüreği kuşattığı bir gecede,
Fantaziyeler talan olur saçılır birkaç hecede.
 

Suret… Dış güzellik… Akıbeti olan… Okyanusun maviliği…
Siret… Gönül güzelliği… Kalıcı olan… Okyanusun derinliği…
 

Suretin güzelliğini arayan her göz yanıldı!
Suret, bir ömür güzelliği taşıyabilir sanıldı.
 

Siretin güzelliğini arayan her göz gönüldendir. Gönülden olan her şey hakikat güzelliğini kılavuz edinip doğruya ulaşmıştır. Sureti güzel kılacak olan, bir ömür kadim kalacak olan siretin güzelliğidir.

AŞK, Sureti değil, Sireti okumakla oluşan bir duygudur. Zira, bir an görüp sevmek sadece cismani; ‘ilk görüşte aşk’ bir masal, bir fanteziyedir. İlk görüşte aşık olduğunu sananlar, aslında yüz güzelliği gibi fani bir duygunun peşine düşmüşlerdir.

Suretin güzelliğini sevenler, akıbeti olana gönül vermiştir. Onları ki, bir gönül oyununa dalmış ve başlamadan kaybetmişlerdir.
Seven, sevdiğinde bitmez tükenmez bir muhabbet bulmalı. Onu suretinde değil, siretinde okumalı.
 

Suretin güzelliğini arayanlara bir çirkin tohum örneği yeter
O tohum ki, gönül toprağına ekilince güzelliklerle biter.
 
Kays’ın çöl kızı Leyla’ya sevdalanışı bir gönül yangınıdır.
“Bu kara kıza nasıl böyle sevdalandın?” diyenlere,
“O’na benim gözlerimle baktınız mı?” diyen Kays, Leyla’nın kalbinde gördüğü gülü suretinde de görmeye başlamıştır. Leyla’ya kavuşamayan çöllerin mecnunu Kays, bir süre sonra gülde değil gülün sahibinde, aşkta değil aşkın sahibinde bulur kendini. Zira her aşk gönülleri yaratan Rahman’ın aşkıyla beslenir. İns’in İns’e duyduyu aşk, O ulvi aşkın bir gölgesi, O kuddise aşk’ın akisidir. Karşılığını bulsa da, bulmasa da her Aşk, kaynağına dökülecektir. Çünkü; Kaynağına Dökülen Tek Şeydir Aşk…
 

Yüreği çirkin olanın yoktur bir kıymeti
“Yüzüm güzel“ diyenin yakındır kıyameti
 
Sevilen, sevenin gözünde ahsen ve latiftir. Kalbin aynasında süslenen her maşuk, aşığın gözlerinin gördüğü yegâne güzelliktedir. Her yüzü ‘en güzel’ görecek olan bir yüreğin varlığı mutlaktır.
Okyanusun maviliğini seyredip “ne kadar da güzel!” diyenler, maviliğin ardındaki güzellikten bihaberdir.
 
Kadim Dolunay
 
 
 
 
 

Allah’a dua etmenin üslubu nasıl olmalı?

 
 

Dua, Rabb’imize karşı yapılan çok sırlı, gizli ve kudsî bir ubudiyettir. Evet, o, en hâlis bir kulluk tavrıdır. Dua, insanın ihlâs ve samimiyetle Rabb’isine yönelip O’ndan bir şeyler dilemesi hâlidir.

Kur’ân-ı Kerim, “Kullarım Beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim.” (Bakara, 2/186), “Bana dua edin ki size icabet edeyim.” (Mü’min, 40/60), “Duanız olmazsa Allah indinde ne ifade edersiniz ki!” (Furkan, 25/77) … gibi âyet-i kerimelerle duanın ehemmiyetini dile getirmektedir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) de ümmetine dua etmeleri mevzuunda sık sık tavsiyelerde bulunur ve kendisi de hayatı boyunca yaptığı mübarek dualarla, ondan hiç dûr olmaz.
 Bu kadar tahşidatla anlatılan dua, mü’minin hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Dua ile Rabb’ine ellerini kaldıran bir kul, âdeta O’na şöyle demektedir: Esbap bütün bütün sukût edebilir. Tabiattaki hâdiselerin hiçbir tesiri olmayabilir.. ve kimse bana el uzatıp, dertlerime derman olmayabilir. Ben her zaman sesimi duyan, soluklarımı işiten ve bana şah damarından daha yakın olduğunu ihtarla bana yakınlığını hatırlatan, sonra da duama icabet edeceğini vaad eden ve vaad ettiği şeyleri yapmaya gücü yeten, söz verip de ne yapayım gücüm yetmedi demeyen, O Yüceler Yücesi Zât’a ellerimi kaldırdım ve O’na dua ediyorum.”

Kul, duasıyla, görmese bile, âsârıyla gördüğü Allah’a O’na hitap edecek kadar bir kurbet hissiyle yönelir. Biz, güneşe uzak olduğumuz gibi O’ndan da uzak olabiliriz. Ancak O, tıpkı güneş gibi rahmetinin şualarıyla her zaman başımızı okşamakta, her hâlimize nigehbân bulunmakta ve Kendisine açılan elleri boş çevirmemektedir. Evet O, kuluna kendi anne ve babasından daha şefkatlidir. Allah Resûlü, bu hakikati etrafındaki sahabilerine şöyle bir tabloyu göstererek anlatmaktadır:

Bir savaş sonrası esirler arasında çocuğunu arayan bir kadın, çocuğunu bulmak için sağa sola koşuşturup durmaktadır; koşturup durmakta ve kendi çocuğu diye bazı çocukları alıp bağrına basmaktadır. Kendi çocuğu olmadığını görünce onu da bırakıp aramasını sürdürmektedir. Arayan bulur fehvâsınca nihayet o da çocuğunu bulur, onu bağrına basar ve koklamaya durur. İşte o esnada Allah Resûlü, sahabilerine bu tabloyu gösterir ve “Şu anneyi görüyor musunuz? O, bağrına bastığı bu çocuğunu hiç Cehennem’e atar mı?” der. Ashab cevaben, “Atmaz yâ Resûlallah.” derler. Bunun üzerine Allah Resûlü de, “Allah kullarına karşı o anneden daha merhametlidir.” buyurur.
Dua Nasıl Yapılır?

“Rabb’imize nasıl dua edilir?” meselesine gelince, özetle şunları söyleyebiliriz: Dua ederken, evvelâ Cenâb-ı Hakk’ın kabul edeceğine gönülden inanarak ve ciddî bir itminan içinde dua edilmelidir. “Olsa da olur, olmasa da olur” veya “Falan şeyi bana verir misin yâ Rabbi?” şeklinde dua edilmemelidir. Çünkü Allah’ın hazinesi çok geniştir ve O’nun her şeye gücü yeter. İsterse bir an ve bir lahzada gedayı sultan eder. Onun için dua ederken himmetler âlî tutulmalı ve O’ndan yüce şeyler talep edilmelidir. Meselâ, Allah’tan Cennet yerine Firdevs istenmelidir. İşte bu şekilde dua etmeyi bize Allah Resûlü öğretmektedir.

Sâniyen, biz, istediğimiz şeyleri yerine getirir diye Allah’ın kudret ve kuvvetini kabul ediyoruz. Yine biz, “Cennet gibi bir âlemi hazırlamasına O’nun gücü yeter.” diyor ve O’ndan Cennet’i istiyoruz. Bu, sadece dua etmek ve birine hâlimizi arz etmek değildir, bu, derin bir arzuhâl ve bu arzuhâl içinde Cenâb-ı Hakk’ın bütün evsâf-ı kemaliyesi ve esmâ-i hüsnâsıyla ifade edilmesi demektir. İşte böyle bir dua, hâlis bir ubûdiyettir ve kat’iyen reddedilmez.

Ayrıca dua ederken insan gevşek durmamalı, özenerek dua etmelidir. Hani camilerin önünde dilencilik yapan insanlar vardır; onlar, bazen öyle içli laflar ederler, öyle gönülden isterler ki, insan mutlaka onlara bir şey verme zaruretini hisseder. İşte bizler de kul olarak Rabb’imize öyle yalvarmalıyız ki, bu yalvarışlar Rabb’in rahmetini ihtizaza getirsin. Bazı insanlar, yapmış oldukları bu içli yalvarışlarla kurtulmuşlardır. Meselâ, birisi aşkla coşunca, “Yâ Rabbi! Kendimi biliyorum. Ben bu amelimle Cennet’e zor girerim ama Sen lütfedersen olur. Beni Cehennem’e de koysan, Sana öyle tutkunum ki, ben oradakilere de hep Seni anlatırım!” Bir başka Hak âşığı ise şöyle der: “Yâ Rabbi! Ben Sana baktım, bir de kendime baktım. Bana günahlar yakışmıyor ama Sana af öyle yakışıyor ki!”

Evet, bu tür yürekten ifadeler rahmeti ihtizaza getirir ve Cenâb-ı Hak da Kendine yakışanı yaparak, bu duaları onların affına vesile kılar.

Duada böyle hâlis bir ubûdiyet ruhundan ötürüdür ki, insanlar, hiçbir zaman duadan dûr olmamalıdırlar. Allah mutlaka insanların sesini duyar ama onlar, bazen yanlış şeyler isterler, Allah da o istedikleri şeyi vermeyip haklarında daha hayırlı olanı lütfeder. Bediüzzaman’ın ifadesiyle kul, bir erkek evlâdı ister, Allah ona Hz. Meryem gibi onun için daha hayırlı olacak bir kız evlâdı verir.


ÖZETLE:

1- İnsan, yaptığı duada, âsârıyla gördüğü Cenab-ı Hakk’a hitap edecek kadar bir kurbet hissiyle O’na yönelir.

2- Dua ederken, Cenâb-ı Hakk’ın kabul edeceğine gönülden inanarak ve ciddî bir itminan içinde dua edilmelidir.

3- Bizler kul olarak Rabbimiz’e öyle yalvararak duada bulunmalıyız ki, bu yalvarışlar Rabbin rahmetini ihtizaza getirsin.


 

Bir erkeğin en çok neye ihtiyacı vardır?

 
Bir erkeğin en çok neye ihtiyacı vardır?
 

 Hizmet dediğimiz şey, aslında vazifedir. “Ben İslam’a hizmet edeceğim.” diyen şahıs, “Bir Müslüman olarak, içinde bulunduğum durumda neler yapmam lazım?” sorusuna cevap aramalıdır. Bursa’ya konferansa gitmiştim birkaç yıl önce...

Orada hanım okurlarım, “Ağabey, biz hanımlar, İslam’a nasıl daha iyi hizmet edebiliriz?” diye sormuşlardı. Ben de şöyle cevap vermiştim: “Hizmeti uzaklarda aramaya gerek yoktur; kendi evimizi cennete çevirme...
ye çalışmak hizmettir. Çok bilinen bir hadistir; ‘Herhangi birinizin elinde bir hurma fidanı varken, kıyamet kopacak olsa dahi derhal onu diksin.’ Yani şartlar ne olursa olsun, hizmeti ertelememek hayatımızın esası olmalıdır. Evinizi, eşinizi, çocuklarınızı ihmal etmemeniz en büyük hizmettir.”

Maişeti temin, aile halkının sorumluluğu, çocukların tahsili, onların daha iyi bir hayata hazırlanmaları… Bunlar dinimizce erkeğin sorumluluğunda olan işlerdir. Bu ağır yüklerin altında olan erkek, eşinden en çok şefkat bekler. İşte bu noktada gösterilen şefkat, hanımlar için en büyük hizmettir. Çünkü belli etsin ya da etmesin, her erkeğin içinde bir çocuk vardır. Bunun için evlenir; bir hanımın şefkatine sığınır. Dikkat edilirse dul kalan erkekler, hemen evlenmek cihetine giderler. Aslında erkek lokantada yemek yiyebilir, terzide elbiselerini diktirir, kuru temizlemede yıkatır, evini temizletir. Fakat bir hanımda bulabileceği sevgi ve alakayı başka yerde bulamaz. Bu sebepten hanımlara derim ki: “Sizler şefkat kahramanısınız. Çocuklarınıza gösterdiğiniz şefkati, eşinizden esirgemeyin.”

Böyle yazıp konuşunca bazı hanım kardeşler itiraz ediyor: “Her şeyi bizden bekliyorsunuz. Bütün adımları biz mi atacağız?” Hanımları temin ederim ki, kadının eşi için attığı her adım aslında kendisi içindir, erkeği için değil… Hanımlar duygusaldır. Komşusunun, akrabasının, hatta hiç tanımadığı insanların derdiyle meşgul olur. Herkesin derdiyle dertlenmek insanı perişan eder. Amma eşinin derdiyle dertlenmek, “Bu da geçer ya Hû” demek, iki tarafı da rahatlatır. Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle; işte o zaman ev, bir nevi cennet olur… Allah böyle yaratmış; hanımın bir tebessümüyle erkek rahatlar. Hatta dikkat edilirse babalar, kız çocuklarına daha yakındır. Hep söylerim: “Herkese hakkımı helal ettim amma en çok kızıma helal ettim…” Küçükken kız çocuğu kendini korumaktan aciz, savunmaktan mahrumdur. Bu duygular içerisinde adeta babasına sığınır. Amma yıllar geçip de babalar yaşlanınca, bu sefer de babalar kızlarının bir nevi himayesine girer. Kız evlat, annesinden daha ziyade babasına yardım eder. Annesinin ihmalkâr davrandığı bazı hususlarda, kız evlatlar o açığı kapatır. Mesela küçük yaşından itibaren babasının her işine koşturması, onu bir anne gibi koruyup kollaması sebebiyle, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Fatıma’ya “Ümmü Ebîha” yani “Babasının Annesi” lakabını vermiştir…

Evet, bazı beylerin hatalı hareketleri olabilir. Bu hareketlerle hanımını üzebilir amma Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuş ki: “Yorgunluk, ağrı, keder, acı ve gamdan diken batmasına varıncaya kadar Müslüman’a isabet eden her şeye karşılık, Allah onun günahını bağışlar.”  (Sahih-i Buhari) Bir şahıs, eşinin hoşuna gitmeyen hallerine sabrederse, ona mukabil Allah, o kişiye çok güzel mükâfatlar verir…

Hekimoğlu İsmail
 

...

 
 
 
“Bismillahirrahmanirrahim.”
Zeynep’le annesi, o içinde her şey olan kitabı, yani Kur’ân’ı okumaya başladılar. Önce annesinin ağzından bir fısıltı duyar gibi oldu Zeynep. “Efendim?” dedi. Kendisine bir şey söylendiğini sanmıştı. “Besmele çektim.” dedi annesi. “Bismillahirrahmanirrahim.”

Zeynep şimdi daha iyi duymuştu. “Dedem beni kucağına alırken de aynı şeyi söylemişti.” dedi.

Annesi gülümsedi.

“Çünkü her işin başı ‘Bismillah’tır. Her işe başlarken ‘Bismillahirrahmanirrahi...
m’ deriz. Kur’ân okumaya başlarken de, yemek yapmaya başlarken de...”

Zeynepcik sormadan edemedi:

“Neden bismillah diyoruz ki? Sebebini tam anlayamadım.”

Annesi gözlerinin içine baktı Zeynep’in. Bu bakış çok hoşuna giderdi. Annesinin gözlerinin içinde kendisini görebiliyordu.

Annesi anlatmaya başladı.

“Hani, hatırlar mısın, bir masalda, ‘Açıl susam açıl!’ deyince açılan bir kapı vardı. Kapı bu sözü söylemeden açılmıyordu.”

Zeynep başını salladı. Annesinin gözlerinin içindeki Zeynep de salladı başını.

“Biz bu söze ‘parola’ diyoruz. Dün seyrettiğimiz filmde de vardı, hatırlasana. Kapıya bir yabancı gelirse, parolayı soruyorlardı. Bilemezse içeri almıyorlardı. Parolayı bilmeyen dışarda kalıyor, yabancı ve düşman sayılıyor. Ama parolayı söyleyince, herkes dost olduğunu anlıyor ve sana öyle davranıyor.”

Zeynep bütün bunların “Bismillahirrahmanirrahim”le ilgisini merak ediyordu. Gözlerini annesinin gözlerinden ayırmadan öylece durdu. Dudakları aralanmıştı meraktan.

“Bismillah da onun gibi bir parola işte!” dedi annesi. “Bir işi yapmaya başlayınca, varlıklar âleminin kapısını aralarsın. Onların seni tanımasını, sana destek olmasını umarsın. O zaman bir işe başlar başlamaz, kendini tanıtman gerek. Onları ve seni yaratan Allah adına burada olduğunu söylemelisin. İşte ‘Bismillah’ diyerek, Allah’ın adıyla iş yaptığını hatırlatırsın, O’nun kulu olduğunu hatırlarsın, O’nun izniyle hareket ettiğini söylemiş olursun. Yani, bu âlemin parolasını fısıldamış olursun. Eğer parolayı söylemezsen, yabancı ve düşman sanılırsın. Bir bahçeye izinsiz girmek gibi bir şey bu! O zaman sana kapılar açılmaz, işlerin kolaylaşmaz. Parolayı söylersen kapılar açılır, yabancılık çekmezsin, hiçbir şey de sana yabancı ve düşmanmış gibi gözükmez.

“İşte biz de ‘Bismillah’ diyerek başlıyoruz okumaya; tâ ki Rabbimizin söyledikleri bize açılsın ve ne sorumuz varsa cevaplansın.”

Zeynep, “Şimdi ‘Bismillah’ deyince Kur’ân’ın kapağı kendiliğinden mi açılacak?” diye sordu.

Annesi bu masumca soruya tebessümle karşılık verdi. Biraz gülüştüler.

“Aslında, evet!” dedi annesi. “Biz Allah adına açacağız Kur’ân’ı ve o da bize sırlarını açacak, sorularımızı cevaplayacak.”

“Hadi var mısın?” dedi annesi. Elinden tuttu Zeynep’in.

Kur’ân’ın ilk kapağını Zeynep’in minik elleri kaldırdı. Ama önce parolayı söyledi: “Mismillah!”
Senai Demirci
 
 
 
 
 
 
 
Bir tevekkül iliştir kalbime ey Rabbim!
Ilık bahar rüzgârları gibi ferahlatsın yaralarımı. Sürüklesin sonbaharı, eylülü hatta hüznü bile. Ben ikindi vaktinin yorgun tutsağıyım. Uzayan gölgemle birlikte kısalan ömrüm, kızıllaşan gökyüzüne dalmış sönük gözlerim var. Muhtaçlığımı, acizliğimi katıp duama bir tutam tevekkül istiyorum Rabbim; bakışlarıma, yitiklerime, kaybedişlerime. Bir tevekkül istiyorum Rabbim; gözlerimin kapandığı yer umut, açıldığı yer
Allahu Ekber!
 
Bir tevekül iliştir kalbime ey Rabbim!
Suskunluğumun adı olsun. Ayaza çekmiş gecelerimin sızılarını sustursun önce. Dindirsin bütün hesaplarımı, kavgalarımı, anlamsız gürültülerimi. Sakin ve suskun bir teslimiyette bulayım âlemin huzurunu. Biliyorum, sessizlik gecenin üzerinde bir yük değildir sadece. Her kalem kâğıtlara önce sessizliği yazar ve her sessizlik önce aşka bular kendini. Meryem suskunluğuna bulanmış aşk-ı tevekkül istiyorum senden ey Rabbim. Yalnızca senden ve yalnızca senin aşkını istiyorum. Bir inşirah, bir genişlik, bir tevekkül… Kalemimin ilk hecesi sükût, son hecesi Nûn…

Bir tevekkül iliştir kalbime ey Rabbim!
Tebessümler bıraksın yüzümde. Baharı bekleyen tohumlarım filizlensin kalbimin otağında. Ufak bir çocuk saflığıyla bürünsün duam ellerime. Gözyaşlarım beklediğim muştularımı beslesin. Bir tevekkül bahşet ey Rabbim gönlüme, duama, sabrıma. Yeni bir dirilişi müjdeleyen bir bahar örülsün hayatıma. Gözyaşlarımın dilini bilen sensin, tut kelimelerimin niyazını, tut ellerimi, tut beni ey Rabbim ve bir tevekkül kondur yüreğime…

Bir tevekkül iliştir kalbime ey Rabbim!
Armağanım olsun. Yağmur damlası gibi usulca ıslatsın çatlamış ruhumu. Bütün dayanaklarımı ve bütün tutamaklarımı bırakıp ardımda senin sağlam ipine sarılayım sımsıkı. Seni bulayım hep aramaklarımda. Titresin kalbim ismini her duyduğumda. Şah damarı yakınlığında değsin alnım secdeye. Atmasına izin verdiğin kalbim senin aşkınla atsın. Senin isminle başlasın başlamaklarım. Ben aceleye meyyal gönlümle hicretini tamamlayamayan bir muhacirim. Ellerim boş, boynum düşük, dizlerim titrek.

 Bir tevekkül istiyorum Rabbim; sana giden yollarımı açan, yüreğime bir fetih, hasretlerime bir vuslat… Fazlından bir tevekkül istiyorum ey Rabbim beni sana bağlayan, yalnız sana, sadece sana.
 
La ilahe illallah.. La ilahe illallah..La ilahe illallah..
 
 

 

Aynı Evde İki Yabancı..

 
 
 
Aynı Evde İki Yabancı

Sevgiyle ve aşkla başlayan ilişkiler, gün gelip de nasıl bir çıkmaza dönüşür? Tarafların birbirlerinin sesini duymak için her şeyi göze aldığı zamanlar neden eskilerde kalır?

Sevgiyle ve aşkla başlayan ilişkiler, gün gelip de nasıl bir çıkmaza dönüşür?

Tarafların birbirlerinin sesini duymak için her şeyi göze aldığı zamanlar neden eskilerde kalır?

Şimdiyse seslerini duymamak için neden köşe-bucak kaçılır?

...
Rüyada bile yüzünü görme duası ederek uyuyan insanlara ne olur ki sonrasında gündüz gözüyle bile birbirlerini görmek istemezler?

Çok sevdiğimiz insana hayatı dar etmek için mi evleniyoruz yoksa?

Ona hayatımızı feda edeceğimize dair sözler verirken, onun hayatını zehir edeceğimizi hiç aklımıza getiriyor muyuz?

Samimiyetin kaybolduğu ve özenin olmadığı ilişkiler, aynı evde yabancılaşan insanları üretiyor.Bir tarafın kendisini hep haklı gördüğü ve karşı tarafın da hep haksız görüldüğü bu durumda, bir süre sonra aynı evde yaşayan iki yabancıya dönüşülüyor.

Kendimiz için en geniş açıdan kullandığımız affediciliği, eşimiz için nedense en darından kullanıyoruz. Açılarımız değişmiş. Karşımızdakini en dar açıya hapsederek her hareketini kusurlu sayarak eleştirirken, aynı konuda kendi yaptığımız hatalar söz konusu olduğunda açı hemen genişliyor. Bin bir savunma mekanizmasıyla kendi hatamızı “hatalar listesinden’’ çıkarırken doğru bir davranışmış gibi gösterebiliyoruz.

Kime yutturmaya çalışıyoruz? Kimse yutmuyor! Sadece yutmuş gibi yapıyor... Sonunda birike birike aynı evde iki yabancıya dönüşülüyor.

Adam kendi ailesi için harcama yapmakta sınır tanımazken ve açıyı geniş tutarken söz konusu eşinin ailesine geldiğinde açı bir anda daralıyor.

Kadın arkadaşlarıyla vakit geçirirken haklı oluyor; adam arkadaşlarıyla gezmek istediğinde açı daralıyor.

Kendimiz için hak gördüğümüzü, eşimiz için lüks olarak algıladığımızda aramıza mesafeler girmeye başlıyor.

Bize yapılan en ufak bir eleştiriyi kaldıramazken eşimiz için açtığımız eleştiri musluğunu kapamak bilmiyoruz.

Hor görmeye başladığımızda, aynı yatağa yatan fakat dudak bükerek sırtını birbirlerine dönen insanlara dönüşüyoruz.

Eşlerle ilişkileri üzerine çalışırken kullandığım fotoğraflarda bir yandan düğün resimlerine bakarken, boşanmayı konuştuğumuzda araya nelerin girdiğini görürüm. Fotoğraftaki iki mutlu insanın nasıl olup da iki nefret eden insana dönüştüğünü düşündüğümde birbirlerini anlayamamış insanları görürüm.

Kendi yanlışlarımızı eleştirmek ve daha güzel olana ulaşmak için verilmiş eleştiri yeteneğini en yakımızdakini incitmek için kullandığımızı gördüğümde üzülürüm.

Kendimizi hiç eleştirmediğimizden, her gün yeniden yeniye nasıl kutsadığımızı gördüğümde bir insanın kendine verebildiği zarara acırım! Bireysel dünyalarımızda yalnızlaştığımız ve “Ben iyiyim, kötü olan o!” diyerek kendimiz kandırmaya devam edişimizi seyrederim.

Karşımızdakinin en ufak bir iyiliğini dahi unutmayıp onaylamak için verilmiş duygumuzu karşımızdakine hiç göstermeyip hep kendimizi onaylamak için kullandığımızı fark ederim.

Hep kendi egosunu onaylayan insanın bir eşe ihtiyacı da kalmaz!

İlişkilerimizi kemiren kurtlar hiç de az değil. Bize verilen her duyguyu kendi adımıza ve yanlış kullandığımızdan tahammülüz her geçen gün daha da azalıyor.

Önce aynı evde yabancılaşıyoruz. Sonra aradaki boşlukları başka şeylerle doldurulmaya çalışıyoruz. Teknoloji de buna interneti, cep telefonu ve televizyonuyla hemen yetişiyor.

Sonra da ayrı evler ve ayrı insanlar olarak yaşam devam ediyor. Mutluluk, birer fotoğraf karesinde kalıyor.

Bize ne mi oluyor? Hiçbir şey.Biz zaten hep iyi olan taraftık! Kötü olan da zaten gitti. Oyun da burada bitti!

Nazlı Özburun
 
 

Kalbim Adın ile Yanar..

 
 
 
Kalbim Adın ile Yanar..
Günaydınım.. Günümü aydın edenim..
Gözlerimi açınca Sen varsın yanı başımda
Seninle uyanmak ne güzel.. karanlıklardan..
Yüzümde şükre vesile bir tebessüm olur,
Seninle başlayan her günün sabahında
Yüreğimi teslim ettiğim.. yüreğimin sahibi..
Kalbimi Senden başkasına bırakmadın bu sabah ta..
Kalbim Seninle dolu yine
...
Adın yüreğimde uyanmak ve adın ile inşirah bulmak
Beni hayata bağlayan Senin Sevdan..
Bana hayatı veren Sensin..
Hayatım Senin..
Her zerre gibi bende Seninim..
Kalbim Seni anar.. andıkça Sevdan ile yanar..
Sen ol demeseydin olmazdım
Varettin varlığına aşikar eyledin
Sebeb-i varlığımı emir buyurduğun nimetlerle güzelleştirdin
Sen ki kulluğa layık gördün beni, emrin başım üstüne..!
Sen ki gel dedin bana.. gelmem mi..
Sen ki lutfeyledin.. bilmem mi..
Ben ki misafirinim bu dünya da, sahiplenmekten çekinmem mi..
Sen ki beni önemseyen, kendine kul eyleyen,
Sen ki yalvarışımı yakarışımı duymak isteyen Rabbul Alemin..
Ben ki lutfunla can bulan bir nefes,
Ben ki aczim ile şükrümle el açan kulunum!
Ellerim hep açık istemekte,
Varlığımı rızanın yollarına kurban eyle..!
Kalbim Seni anar..
Varedişinle var olan bedenimi tarifsiz bir huzur kaplar..
"Rüzgar esmeyince dal sallanmaz, Allah demeyince kalp uyanmazmış"
Kalbim uyanır adını andıkça
Anmayan kalbin hali ne olur zifiri karanlıklarda
Seninle uyanır kalbler, seninle diri kalır bu bedenler..
Seninle kurtulur karanlıkların kuytusundan..
Anmazsam karanlık... Anmazsam Senden uzakta zülumdur dünya bana..
Karanlıkların kuytusunda bırakma Ya Rabbim..
Sensizlik zindanında mahkum etme bizleri..
Adını anmayan kalbi neyleyim..
Bu yürek emanet bu bedene, Senden gayrısını doldurursa içine, emaneti nasıl teslim edeyim..
Kalbimi Senin ile atmaya.. Seninle can bulup, Sana koşmaya aşikar eyle bedenimi..
Varlığımı rızanın yollarına kurban eyle..
Kalbime her daim adını andır.. her daim aşkın ile yandır Ya Rabbim.. Amin
 

 

Aşk..!


 
 
 
Ey Aşk! kendini tanıt, söyle sen nesin?
Aklım almıyor seni; ama bak kalbimdesin.