31.05.2013

 


Hatırla o zamanı ki... Zaman ezeldi... Var
olan yoktu varlık mimarı olandan gayrı ve
var’lığa Gül’ün nuruydu, geldi... Adem,
ruh ile ceset arasındaydı; ve gelişler
deste beste, gitmeler gelişi güzeldi...
Efendim bir elçiydi o gün!...
Düşün o günü ki... Olacak olan
olduğunda... Var olan her şey yine yok
...
olduğunda... Zaman dolduğunda ve Azrail
son cana da son ecel merhabasını
sunduğunda...
Efendim yine bir elçi olacak!..
İki elçilik arasındaki her şey, seven ile
sevilen arasında hakikatte, ve gerisi
yalnızca bir vesaire... Bunca tufan, bunca
fırtına, Gül olana bir sevgi sınanması... Bir
ömür boyu, üşenmeden ve usanmadan,
ve ayrık sevgilere aldanmadan ve
kanmadan, belki gayrıyı varlık sanmadan,
sevgiyi iplik iplik göz yaşlarıyla yamayıp
giyenin sınanması... Öyle ki Gül sevgisini
küçümseyenin, Gül’e dair aşka heyhat
diyenin, hayata vurduğu silleler ve çilleler
arasında bir sınanma... Gölgesini içine
düşüren asırlık özleyişlerde doğmaya
çalışan güneşlerin, belki silmece çıkmayan
lekeleriyle içlerinin mürekkebini boğmaya
alışan leşlerin duruşması. Sevinçlerin
kumaşında parlayan hüzünlü dokunuşlarla
bencil güvelerin delik deşik ettikleri sahte
tebessümler arasında süregelen bir
dava... Ve bunda yitmeler... Ve onda
gitmeler... Temiz gönüller adına; “Bir
hâdise var cân ile cânân arasında”.
***
Gül yüzlüm! Kitaplar kitabında öz
nefsimizden evla okunası ey!..
Sevginde ihmal ettik diyedir şimdi bütün
acılar... Bizi sevdiğin gibi sevemediğimiz
içindir seni bütün kötülükler...
Emeklerimizi başkaları giyiniyor ya; ve
parmak uçlarıyla ak renklerimiz çiğneniyor
ya, sevginin yokluğundan, ve isyanın
çokluğundandır hep. Zenginliğimiz içinde
fakir, ilim çağında cahil isek bundandır.
Aşk yüzyıllarının rutubetli arşivlerine inen
acılarımızın sessizliklerde kuluçkalanması
da; incecik görüntüsünde bir ışığın dağılan
parçalarını toplayamayan mıknatısların
halkalanması da bundandır, bundandır
Efendim. Kadim zamanlara ait
elyazmaların fersude sözler eleyen
sayfalarına yazgılı kurutulmuş
çiçeklerimizin, ya ki hatıraların hüzünle
konuştuğu odalarda ufalanan ürpertili
kelebeklerimizin içimize sığmayan
aşkları... ve özleyişleri... ve ayrılıkları
bundandır. Bundandır Efendim, bir kıyıda,
bir karanlık köşede tuzak kurmuş acılarla
yüzleştirilmesi kalbimizin ve pençelerle
yaralanması yüreklerin, bundandır...
Gül sözlüm! Öksüz yalnızlıklarımıza
bayramlık giysi diye dokunası ey!..
Seni umutlandık bunca yıl, bunca zaman,
yokluğunda sevgine sığınmakla dilendik
aman ha aman... Acıdan ve acıtan dağların
gölgeleri düşürüldüğünde bile içimize seni
umutlandık hep. Yürümelerimiz saydam
ölmelere çizikler attı; aynı yerde kalmalar
kara kaderlere silahlar çattı. Şenlik üstüne
beyhude şenliklerde yoruldu kentlerimiz
ve gecenin kapkara çırpınışlarıyla
düğümlendi kementlerimiz; kelepçelendi
hürriyet adına kimliklerimiz ve kalakaldık,
ilerleyemedik, tutulduk, vurulduk; Gül
sözlüm, Efendim vuruldukça vurulduk!...
Seküler umutlar sardı içimizi ve sonra
yaprak uysallığında girdi damarlarımızdan
korkular. Güzelliklerimizi düş kovalarıyla
kör kuyulardan çıkarmak yazıldı alnımıza.
Emellerimiz hep senden yana iken
umutsuzluğa açıldı sonunda ellerimiz.
Kabir şahidelerine yaslanmış öksüz ağıtlar
abandı leyl gecelerimizin üstüne; ay
nazarlık oldu, nazara geldik. Acemi
âşıkların arasına mahir cellatlar salındı,
öldük, mezara geldik. Yokluğunda
Efendim, yeni kesilmiş etler gibi
seğirmede şimdi dört bir yana yol şaşırmış
canlarımız; taze tuzak setler gibi her
cihetten seğirtmede yol aşırmış
kanlarımız. Acemi nağmelere ipoteklenip
kalmış Efendim neyler, ve karaya vurmuş
adalar kadar şaşkın ve çaresiz her şeyler...
Beyaz güvercinleri avlayan azgın kediler
pusu üstüne pusu kurmada hâlâ; ve sürur
çağında kadim hatıraların taziye giysili
kösü vurmada hâlâ. Seni umutlandıksa
Efendim, yokluğunda sevgine tutunduksa,
bundandır hep Efendim... Efendim....
***
Gül yanaklım! Kadehi evvelde nur aslından
ve beşer neslinden dolan ey!..
Dolunay olup parlamıştın hani bir tepenin
ardından, üstüne zamanın; umut
olmuştun, sevinç olmuş, muştu
olmuştun!. Biz, şarkısını söyleyip ağlaşırız
hâlâ o sevincin, ve hayal ederiz o gelişi,
düşünür, düşleriz hâlâ Efendim... Düşleriz
ki belki gelesin yeniden hayatımıza, ve
doğasın kimliklerimize!.. Gel Efendim,
kara bulutların altında denizleri sel basıyor
sensiz. Semiz başaklarımızı cılız başaklar
yutuyor. Mirasın yüzünü ağartan ataları
unutturduk nesillerimize, duvarları ve
evlerini zalim sarmaşıklara yutturduk
sonra. Tenha gecelerde damla damla
mendillere dökülen sırlar nesholundu
birden, hayatımızın anlamı anlamsızlaştı,
kalakaldık. Sensizlikte ferze çıkan
piyadelerimizin şah huzurunda kılıçlar
vuruyor artık boynunu; kalelerden atlar
boşanıyor dört nala çaresiz ve sessiz... Ve
Sinimmar, Münzir’e bir saray yapıyor
yokluğunda Efendim; zulümlerin
saraylarını yazık ki müminlerin yapıyor!..
Gül dudaklım! Zincire hürriyet, müştâka
su, canlara cânân olan ey!..
Doğ içimize, kuşat bizi Efendim; gir
kalbimize yaşat bizi... Güneş ki Efendim,
yokluğunda her gün yeniden geliyor
üstümüze ve her gün yeniden arıyor senin
izini, izinin tozunu, tozunun sözünü,
sözünün özünü köhne hayatlarımızda...
Milim milim tarıyor karanlıklarını dünyanın
şafaktan ta şama değin ve gönül gönül
soruyor âşıklarını seherden akşama değin.
Akşam ki akşam oluyor, Mi’raçta hoş
gelişlerine güller serpen İsa Ruhullah’a
açıyor derdini kara rengiyle ağlayıp; ve
birlikte bizi ağlaşıyorlar ta fecre kadar. Her
seher bir daha, her sabah yeniden
başlıyor yolculukları güneşlerin; ve her
akşam yeniden ağlayışlar, yokluğunda
Efendim... Doğ içimize de; bir damlası
olsun bizim gözlerimizde rahmete dönsün
ağlayışların ya Resul!... Ve avare âşıklar
gibi düşelim yollarına; Varalım kûy–ı
dilârâya gönül Hu diyerek / Gidelim
kûyuna yârin bir içim su diyerek. Arayalım
sonunda izini, izinin tozunu, tozunun...
Sevgili!...
And olsun, bunca tufan, bunca
duruşmada... Burada durup burada
çürüyecek olsak da... Sevgilerin boynunu
giyotinlere düşüren hasretinle... Ağaçtan
koparılan yongalar misali kıvranarak...
Sana naatlar söyleyecek, tazarrular
diyeceğiz...
Sevdiklerin hatırına, gelecek olan gün
geldiğinde, bizleri de hatırlar mısın!..
Berceste
Gül gülse daim, ağlasa bülbül aceb değil
Zira kimine ağla demişler kimine gül
Bakî
 
 
 
İskender Pala