31.05.2013

Benim referansım Allah 'tır..

 

 
 
Birkaç yıl önce, bir vilayetimizde, bir
bakanlığın il müdürüydüm. Bağlı
bulunduğumuz genel müdürlük, başka üç
ilin de il müdürüyle birlikte beni, diğer bir
ilimizde personel almak üzere
görevlendirdi. Biz dört arkadaş birleşerek
sözünü ettiğim ile gittik. Önceden bizim
için ayrılan misafirhaneye yerleştik, şehre
gelişimizi kimsenin duymasını
...
istemiyorduk. Zaten ben ve arkadaşlarım
bu ile ilk defa geliyorduk. Ne kimseyi
tanıyorduk, ne de kimse bizi tanıyordu.
Arkadaşlar olarak hepimizin kanaati aynıydı,
siyasi ve diğer baskılardan hiçbirine boyun
eğmeden hak edeni kazandırmak.
Biliyorduk ki, katılım yoğun olacak ve
herkes, maalesef bir referansla, bizi
rahatsız edecekti. Bunun için çok dikkatli
olmalıydık.
İle ikindi vakti vardık. Kimseye
görünmeden şehrin biraz dışındaki kenar
bir mahallede, tarihi bir camiye gittik.
İkindi namazı kılınmıştı ve caminin avlusu
boştu. Osmanlı'dan kalma, mimarisi
insanda manevi duygular uyandıran şirin bir
caminin avlusundayız. Dört arkadaş
şadırvana oturarak abdest almaya başladık.
Mayıs ayının serin, sıcak havası da ayrı bir
güzellik katıyor çevreye. Ayakkabılarımı
çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya
başlamıştım ki ayaklarımın önüne bir çift
takunya kondu. Takunyaların geldiği tarafa
doğru şaşkınlıkla başımı çevirdim. Yüzüme
tebessümle bakan, orta boylu, esmerimsi
ve yakışıklı diyebileceğimiz, yirmi beş
yaşlarında bir gençle göz göze geldim.
Utangaçlığın vermiş olduğu çekingenlikle:
"Ben buraları bilirim, siz yabancıya
benziyorsunuz, namaz kılana hizmet etmek,
Rabbimin hoşuna gider, O'nun rızasını
kazandırır; Allah kabul etsin!" dedi.
Gencin tebessümü, davranışı, kibarlığı, her
şeyden önce içten davranışı hepimizi çok
etkiledi. Sordum:
"Sen kimsin?, Adın nedir?"
"Adım Bilal, bu mahallede oturuyorum."
Bir an abdest almayı bırakarak gençle
ilgilenmeye başladım.
"Ne iş yapıyorsun Bilal?"
Biraz durakladı; ama yüzündeki
gülümsemeyi hiç eksik etmeden sorumu
cevaplandırdı:
"Şimdi işim yok; ama inşallah yakında işe
gireceğim"
O kadar inanarak söylüyordu ki bunu,
"Nasıl olacak o, Bilal?" dedim.
Müthiş mütevekkil ve huzurlu bir yüzle:
"Üç gün sonra" dedi, "… Müdürlüğü sınavla
personel alacak. Rabbim, oraya girmeyi
nasip edecek inşallah!" demez mi?..
Ben bir an neye uğradığımı şaşırmıştım. İşe
alacak olan bizdik. Arkadaşlarım da artık,
Bilal ile aramızda geçen konuşmalara dikkat
kesilmişlerdi.
"Peki, Bilal" dedim, "Bu zamanda işe
girmek zor, hem de çok zor! Senin torpilin
var mı? Referansın kim? İşe nasıl
gireceksin?"
Bilal o mütevekkil ve mütebessim halini
kuşanarak (ki bu halini hiç unutamıyorum.),
hepimizin üzerinde bomba tesiri bırakacak
sözü söyleyiverdi:
"Bir yetimin referansı kim olur? Benim
referansım Allah Celle Celaluhu'dur. Ne
güzel vekildir O. Dün gece teheccüd
namazımdan sonra dilekçemi O'na
sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi
O?"
Ya Rabbi! Ne işe tutulmuştuk? Ağlamamak
için kendimi zor tutuyordum! Gözlerimin
buğulandığını ona göstermemeliydim.
Musluktan avucuma su alıp yüzüme
serptim.
"Bilal, baban yok mu?"
"Yok, ben üç yaşındayken ölmüş.
Anneciğim büyüttü beni".
Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün
söylediklerini gönülden söylüyordu. Bu o
kadar meydanda idi ki, kalbi adeta yüzüne
vurmuştu.
"Askerliğini yaptın mı Bilal?"
"Yaptım ya, hem de çavuş olarak".
Artık Bilal'ı daha yakından tanımalıydım;
çünkü o tanınmayı çoktan hak etmişti.
"Evli misin Bilal?"
Bir anda gözleri yere düştü. Yine o
mütevekkil hali üzerindeydi. Utanarak
sözünü sürdürdü; "He ya, evli değil de
sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez
düğünümü yapacağım".
Yine o kadar kesin konuşuyordu ki!
"Ama Bilal, üç gün sonraki sınav için o
kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki sınavı
kazanmış gibisin!"
Sustu. Başını kaldırdı ve gözlerini ufka dikti;
hemen cevap vermedi, daldı. Yüzünün
rengi bir beyazlaşıyor, bir sararıyordu. Biraz
sonra gözleri ufka dikili olarak ve sesine bir
gizemlilik katarak şunları söyledi:
"Ben Rabbimi çok seviyorum, inanıyorum ki
o da beni seviyor. Seven seveni korumaz,
ona yardım etmez mi? Seven seveni hiç yüz
üstü bıraktığı görülmüş müdür?"
Ona söyleyecek laf bulamıyordum. Bilal
öylesine bir kalp taşıyordu ki, Allah bizi,
kocaman kocaman müdürleri, Bilal kuluna
hizmet ettirmek için ayağına göndermişti.
Kim müdürdü, kim işçi olacaktı? Bilal
dilekçesini en büyük makama sununca,
melekler harekete geçtiler; daireler,
müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte
Bilal kulun ayağına koşmaya başladılar.
Çünkü emir büyük makamdandı. Allah'a
malik olan insanın mahrumiyeti söz konusu
olabilir miydi? Sormaya devam ettim, içim
titreyerek:
"Bilal, sözlünü nasıl buldun? Bu zamanda
hem yetim, hem işsize kim kız verir ki?"
Başını salladı ve "doğru" diyerek ekledi;
"Zor nişanlandım ya, Allah razı olsun,
kayınpederim olacak olan insan, ‘sözde
Müslüman' değil, hakiki mümin. ‘Bu
zamanda namazında niyazında damat nerde
bulunur, hem rızkı veren Allah'tır' dedi ve
kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verir
inşallah."
"Bilal, senin bu tarz yetişmene neden olan,
seni bu mütevekkil hale getiren bir sır olsa
gerek."
" Eğer ona sır denilirse, var. Sevgili
anneciğim bana hiç haram lokma
yedirmediğini söyler."
Bilal lise mezunuydu, üç yüz kişinin
katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçerek ilk
yetmiş kişinin arasına girdi.
Şimdi mülakata girecekti.
Ve bizler, önümüze sunulan, Bakanlık dâhil,
bütün referansları bir kenara koyarak
Bilal'ın referansını en öne aldık!
Mülakat gününe kadar bizi göremedi, kim
olduğumuzu da zaten bilmiyordu. Mülakat
günü geldi çattı. Tüm arkadaşlar merak
ediyorduk, bizi karşısında görünce acaba
nasıl tepki verecekti?
Adı okundu, içeri girdi. Heyecandan olacak,
bizi birden fark edemedi, zaten
kıyafetlerimiz de değişmişti. Biz susmuştuk,
o da başını yavaş yavaş kaldırarak bize
baktı.
Birden şaşırır gibi oldu, yüzü kızardı ve
gözleri yere düştü, sessizliği bozdum;
"Bilal, bizi tanımadın mı?"
"Evet".
"Peki, ne diyeceksin şimdi?"
Ağlamaya başladı, çocuk gibi hıçkırıyordu.
Artık biz de dayanamamıştık, ona uyduk.
Sabah makamında hıçkırıklar boğazımıza
düğümlenmişti. Salon öylesine bir havaya
bürünmüştü ki bazı manevi şeylere elle
dokunmak mümkündü, adeta. Bilal ellerini
Rabbine kaldırdı ve:
"Ey Rabbim! Ben halimi sana sunmuştum,
içimi sana açmıştım, şimdi burada
müdürlerime karşı mahcubum. Ey Allah'ım,
ben Sen'den, başkasından istememeyi
istedim. Beni yalnız Sana muhtaç eyle
Allah'ım" dedi.
Bir an bir sessizlik oldu. Arkasından hüzün
dolu bir sesle;"Ne olur, izin verin çıkayım"
dedi."Peki, Bilal" dedik, "Güle güle git.
Allah işini, aşını, eşini mübarek kılsın!"
Allah'tan isteyenler muratlarına erdiler de,
O'ndan başkasından dilenenler helak
oldular.
Allah dilerse bütün dünyayı Bilal'lere
hizmetçi yapar .(Bizi yapmadı mı?). Fakat
Bilal yüreğine ve saflığına ulaşmak gerek.
haydi bismillah..!
D. Ali TAŞÇI