8.06.2013

S/ONSUZLUĞA MEKTUP

 
 


“Diri kalmış son yapraklarda döküldü gözyaşlarımla…
Şimdi hangi renksiz gökkuşağıyla,
Rengarenk ba”har”lar açtırabileceksin Sine’mde!
Söyle bakalım vefasız dünya?”
...


Gücüm kalmadı desem… Kızacaksın bana biliyorum. “Mümin’e ümitsizlik yakışmaz” diyeceksin. Ama bu, değil ümitsizlik! Rutini seçiş sadece, direnişten vazgeçiş…

“Zaman her şeyin ilacı” derler. İnanmıyorum bu yalana artık. Zaman sadece biriktirdiklerimi çoğaltıyor, istifliyor… Hem de hiç ilerlemeden yapıyor bunu. Hiç geçmek bilmiyor… Benimse zaman mevhumum kaybolmuş. Ne geçmiş: yaşanmışlıkları idrak ettirebilme yetisine sahip, ne gelecek: ümitvar hayaller barındırıyor. Şimdiki zamanı sorma sakın! Ne olur sorma? İfadesizim… Anlatacak takatim mi yok ne? Öyle silik.. belirsiz.. ve şeffaf ki.. Kapattım gözlerimi de, görmek istemiyorum tuvalin o renksiz köşelerini. Sadece bekliyorum, ressamın aşk’la dokunacağı son fırça darbelerini…

Ama biliyorum, öyle derinden hissediyorum ki; ben anlatamasam da anlarsın Sen bu belirsizliği. Ve aslında bir tek Sen çözebilirsin! Zaten bu bilinmişlik, bu kavrayış sayesinde anlam buluyor, huzurla alabildiğim her kesik nefes!...

Oysa ne çok hayalim vardı bir zamanlar. İdealisttim de haddinden fazla. Dünyaya kafa tuttuğum o kendinden emin zamanları görebilmeni isterdim. Beni bu şekilde tanımamanı… Ama her nasılsa, nasıl becerebildinse bilemiyorum. Bu en savunmasız, korunaksız ve zayıf halimde bile, beni “olduğum gibi” görebilmeyi, bir tek Sen başardın! Bir tek SEN, gözlerime dahi bakamadan ruhumun en derinliklerini görebildin! Oturdun yerleştin hatta, en giz ve en şahika mecrasına… Bilmem bu sokağın keşfine eren olabilmiş miydi daha önce. Farkına varan olabilmiş miydi? Edepten dakikalarca süren sessizlikte , dilimi çözebilmiş miydi bir mütefekkir! İlmi yetebilmiş miydi… Sonra aynı sessizlikle aktarabilmiş miydi anladıklarını… Hem de yaratılan bu en eşsiz şaheseri, dil’ini kullanmadan, konuşmadan! Bir hayalin, serabın, illüzyon yansımaları gibi akıtmış mıydı göğsüne, hiç dokunmadan, ilişmeden ve dahi zerrece ilişmeyi hiç düşünmeden…
Bu farkındalık değil miydi ki zaten; seni gözümde bu devasa ahitle bağdaştıran, birleştiren ve ebedileştiren…
Korkuyorum sanma sakın! İnan korkmuyorum. Korku nedir bilmiyorum… Beni böyle korkusuz “Babam” yetiştirdi. En çok babamı kaybetmekten korkardım, biliyorsun. Bir o korkuyla baş edemem sanırdım. Bütün çocukluğum, gençliğim, yıllarım; bu korkuyla geleceği adımladı, ürkek ürkek!
Onu da yaşadım, Elhamdülillah!! Artık ne korkutabilir ki beni bu sürgün diyarında, sorarım sana, ne?

Bu yazdıklarımdan dolayı beni isyan içinde sanma, imanımı zayıflamış bulma! Zaman ne çok ilerlemiyor gibi olsa da, büyüdüğüme emin ol sen bu dipsiz akıntıda… Üzerine bin bir kilit vurduğum yaralarımı, sarmaktan da vazgeçtim artık! Öyle açık bıraktım zemheri ayazına… Soğuğu yedikçe kabuk bağlamaya güç kazanacaklar, ve bir daha aynı yerden yara almamaya…

Böyle güç buluyorum işte, tedavi oluyorum… Yattığım hastane odasının “ışıksız” penceresinden, yan binanın soğuk duvarları olsa da tek görünen; benim görebildiğim “yemyeşil enginlikleri” bir tek Sen görebiliyorsun! Ve bir tek Sen biliyorsun... Ve bir tek Sen bekliyorsun…

Beklediğinden eminim…
Gelemesem de, gelemeyeceğimi bilsen de, sakın ayrılma oradan olur mu?
Sakın bir yere gitme!

“Beklediğini bildikçe hayat buluyorum…
Beklediğini bildikçe…”

Leyla ARSAL