22.06.2013

Düşüş!

 
 
 
Ah! Düşüşsüz insan! Benden övgü bekleme. Düşüşün tadını almayan insan! Senin, yücelerin serilinliğinden, arılığından ne haberin vardır? Ruh gecesinin yedi katlı karanlığına batmamış yürek! Sana ışıklar ve aydınlıklar ne der? Ey zindanda bir gece geçirmemiş dost, güneşe doğru çılgın koşuyu yapacak çocuk olabilir misin? Ey yükseklerden büyük seslerle düşen su, bu yalçın kayalara bir şelâle borçlu olduğunu biliyor musun? Sessiz ve dilsiz duran mezar taşı Kitabendeki çizgiler, iniş ve çıkışı derinleştikçe seni tarihin içine yerleştirir, farkında mısın? Cennette hiç sarsıntıya uğramadan yaşayacak olan insanoğlu mu, yoksa ayağı kayarak yeryüzüne düşen ve orda âb-ı hayatı ararcasına karanlıklar arasında geçen, dünya çilesini çektikten sonra Tanrı’ya özlem duyan insan mı? Seçilmiş olan hangisidir? Şanlı olan hangisidir? Yurdunu hangi insan daha çok sevecektir: doğduğu yerden ölünceye kadar hiç ayrılmayan insan mı? Yoksa en genç çağında yurdundan ayrılarak savaşa gitmiş, esir düşmüş, bir daha dönme umudunu tam yitirmişken ansızın esen bir hızır yeliyle kendisini yine ülkesinde bulan insan mı? Artık insan, yurdunun taşlarına ve topraklarına ne sevgiyle bakar; güneşin kendi ülkesinde suya düşüp bir parça oluşunu ne kalp titreyişiyle izler? Bir çiftciyi tarlasından koparlamak ne demektir? Daha doğrusu kopardıktan sonra ona tarlasını iade etmek? Ona hayat bağışlamak budur işte. Ya sevdiği kadına hemen bir el uzanışıyla kavuşan insanla ona ona her uzanışında yere çarpılan, düşen, bataklıklara saplanan, sonra yine ölümden dirilmişcesine doğrulan, didine didine sevgilisine doğru giden, onu erişilmez bir yücelikte parlak bulan ve ona tekrar yaklaştığında Zatüssuver Kalesine yaklaşmışcasına büyülü burçların açılarak zehirli oklar yağdırdığını gören ve yine bitmez tükenmez Çin ülkelerine düşen, yine savaşa savaşa, ölüm ve korku devlerini kıra kıra, peri kördüğümlerini çöze çöze yeniden sevgi hedefine doğru yönelen insandan hangisi daha çok hayatını kabuğunda veya incisindedir? Düşen insandır, hayatın sesini işiten, iç sesini duyan... Hakikatlara lurban gibi başını uzatmış olan odur. Tanrısal bıçağın parıltısını o görmüştür. Akmadan önceki kanın şırıltısını o işitmiştir. Artık hayatı boyunca o şırıltı kulaklarındadır. Hayat, o şırıltıyla kulaklarındadır. Hayat, o şırıltıyla taze ve yenidir her an. Düşmemiş medeniyet var mı? Olsaydı ne değeri olurdu? Önemli olan bir medeniyetin düşmeyişi değil, düşüşü dirilmesiz ölüme dönüşmeden doğrulmasını bilmesidir. Böyle olursa, düşüş doğruluşun ve dirilişin bir bağışıklığı gibi o uygarlığın ömür boyu yeni düşüşlere karşı direnişini sağlayacaktır. Düşüş, fizik anlamlı yaşantıya metafizik bir anlam getirecektir. Düşüşsüz hayat, bir fizik akıntısı, bir biyolojik devinimden başka bir şey değil. Ama düşüş bir dirilişi getirirsei hayat, fiziği aşkın bir deneyle zenginleşmiş tansandantal anlamına kavuşmuş olacaktır. Hayat, ıstırap ve azaplardan sonra gelen ruh yücelişlerinin sırrına erecektir. Görünmeyen dünyadan yankılarla sonsuzluğu dünyadayken yaşayacaktır insan. Hayat ölümle terbiye edilmiş, ölüm buzhanesinde dindlendirilmiş ve tabakalanmış olacaktır. Ölümün ve mezarın anlamı da bu değil mi acaba? Bir düşüşten bir yüceliş gelmesi için hayata ve insana yüklenmiş bir çile saati. Ah, bir sarkaç gibi bir ölüme, bir hayata gidip gelen ruh'larla, sadece biyolojik yaşantının içinde vakit dolduran ruhlar arasında ne büyük uçurum vardır!
 
   Sezai Karakoç