19.05.2013

 
 
Gülün Aşkı
 
İşini severek ve bilerek yapan bir bahçıvan vardı. Öyle ki, hayatta tek derdi, yetiştirdiği güllerdi. Yetiştirdiği güllerden bir gül olsun da, dünyaya nâm salsın, rengiyle, şekliyle benzersiz bir gül olsun isterdi. Ama bilirdi ki güller birbirine benzer.Olsun… İsterdi.
Bu arzuyla yatar, bu arzuyla kalkardı. Her ne kadar güller birbirine benzese de, o yetiştireceği gülün hiçbir güle benzememesini isterdi… Bunun bir gün gerçekleşeceğine gönülden inanırdı. Bahçıvan o...
küçük bahçede bu büyük gerçeği fark eden biriydi.
Güller arasında ömrü geçip gidiyordu. O ise o gülü arıyordu. Dünyadan giderken en güzel bir şekilde ayrılmayı düşünüyordu. Geride hiç solmayacak bir gül bırakmak istiyordu. Kendine bedel, kendi yerine kalsın, adını sonsuza dek yaşatsın diye... Geride bir gül gibi güzel bir koku bırakmak istiyordu bütün insanlığa.
Yılların ağır yükü omuzunda, sırtı iki büklüm, gözleri toprağa dönüktü…
Yıpranmış nasırlı eller, güneşin altında kavrulmuş bir yüz, ihtiyarlamış bir beden…
Ama bu bahçıvanın ruhu hep dinç, hep diriydi. Her gün o sürprizin gerçekleşmesini bekliyordu. Yetiştirdiği o gülü görmek için sabırsızlanan, heyecanlanan, yerinde duramayan hâli de gözlerden kaçmıyordu.
Öyle böyle derken, günler geçti. Nihayet bir gün, beklenen mu'cize gerçekleşti. Bir gül aşı tuttu, yetişti. Öyle bir güldü ki bu, dünyada eşi benzeri yoktu.
Gülün ömrü ne kadar kısa ise, bahçıvan da ömrünün son günlerini yaşadığını hissediyordu. İkisi de kaderin çizdiği ince bir çizgide beraber yürüyorlardı. Bir gün buluşacakları o son noktaya doğru…
Bahçıvan mutluydu. Gül de mutluydu. Kendini seven birinin olduğunu biliyordu. Bu, ona güven veriyordu. Bahçıvan, sevdiği bu müstesna ve muhteşem gülün bakımını her gün bin bir itinayla yapıp onunla dakikalarca konuşuyordu. Öyle ki, bahçede o gülün başında saatler su gibi akıp gidiyordu.
Olsun… Feda olsundu o saatler. Geride böyle bir gül kalacak olduktan sonra…
Gül, o zarif ve muhteşem endamıyla bahçede hemen dikkatleri çekiyordu. Yaşlı adamın kendisine gösterdiği bu ilgiyi, bu sevgiyi gül de karşılıksız bırakmıyordu. Bunun eseri olarak her gün daha bir güzelleşiyordu.
Bahçıvan yıllar yılı aradığını artık bulmuştu.
Gül de aradığını bulmuş muydu acaba? Orası meçhul…
Ve derken bir gün…
Evin sahibinin oğlu çıkageldi uzak diyarlardan. Uzun yıllar olmuştu bu eve gelmeyeli. Babasının mirasına genç yaşta konan bu delikanlı, bir gün bahçedeki güzelim çiçekler arasında dolaşırken o muhteşem gül dikkatini çekti. Güle doğru eğildi, bir buse kondurdu:
“Merhaba!” dedi.
Gül de:
“Merhaba!” dedi.
Ama genç adam duymadı bu sesi. Bahçıvan olsaydı orada, o “merhaba”yı duyardı. Çünkü gülün dilini biliyordu o.
Olsun… Gül, kendisine bir buse kondurup “merhaba” diyen bu temiz yüzlü genç adamı sevdi. Kendi aynasında kendisi gibi genç gördüğü için onun ilgisine ve “merhaba”sına vuruldu âdeta. Gün boyu o güzel sözleri hatırlayıp durdu:
“İşte beni anlayan biri!” dedi.
Genç adam gülün yanına her gelişinde, iltifatlar yağdırıyordu ona. Fakat kalbinde başka birinin sevgisi vardı. Gül nerden bilecekti bunu?
O gün de “Merhaba benim güzel gülüm!” diyerek gönlünü fethetti gülün. Bu güzel, iltifatkâr sözler karşısında gülün aklı başından uçtu gitti.
“İşte beni anlayan, bana en güzel sözleri söyleyen insan…” dedi.
Fakat tam o sırada genç adam cebinden çıkardığı küçük bir makas ile gülü kesiverdi.
Gül, son nefesini delikanlının elinde verirken, kendisini hiç incitmeden sevenin, ona gerçekten hak ettiği değeri verenin kim olduğunu anlamıştı, ama iş işten geçmişti, ihtiyar bahçıvan çoktan öte dünyanın yolunu tutmuştu bile…
Gül de onun ardından kalamadan geçti gitti bu dünyadan…
***
Kadrini kıymetini bilenlerin elinde, bir gün de bir yıl gibidir; bilmeyenlerin elinde, bir ömür de bir gün gibidir...
Dileriz, ömrümüzü o bahçıvan titizliğinde yaşarız. Bazen bir günümüz, güller kadar değerli olur; o günün içinden bir gül boynunu uzatır, diğer günleri de mayalayıp, rengiyle, şekliyle, kokusuyla beraber o günü ebediyete taşır inşaallah…
Günler, ömrün çekirdekleridir, çiçekleridir.
Hiç ihtiyarlamayan, hatta ihtiyarladıkça genç gözüken nefsimizin araya giren oyunları olmasa, bu hayat çok güzel olacak, amma neylersin imtihan dünyası işte… Gül de kendisine yüz veren, iltifatkâr sözler söyleyip, sonunda hayatına kıyan hoyrat bir elin elinde can verir bazen.
Günlerimiz de gül gibidir.
Kalbimizin elindeki gün, bahçıvanın elindeki gül gibidir.
Nefsimizin elindeki gün ise, o genç adamın elindeki gül gibidir.
Alınacak ders kaldıysa eğer, varın onu da siz bulun, siz çıkarın…
Üstadımızın şu nefis ifadesinin eşliğinde:
“Kudret-i Ezeliyyenin yarattığı şu gül çiçeğine bak: Evet, nasıl bir kelime ağızdan çıkar çıkmaz zahiren fenaya giderse de, Allah’ın izniyle kulaklarda, kâğıtlarda, kitaplarda milyonlarca timsalleri kaldığı gibi, akıllarda da akıllar adedince mânâları kalır. Kezalik, o gül kısa bir zamanda vazifesi tamam olur olmaz solar, ölür, gider. Amma onu gören bütün insanların kuvve-i hafızalarında ve halefiyle hâmile olan tohumlarında suretleri, mânâları bâkidir. Demek, o gülün tohumu olsun, kuvve-i hafızalar olsun, o gül çiçeğinin suretini, ziynetini, menzilini hıfz için sanki birer fotoğraf ve bekası için birer menzildir.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 39)
***
Rabbimize sonsuz hamd ile, Güllerin Efendisine (sallallahu aleyhi ve sellem) sonsuz salât-u selâm ile…

Selim Gündüzalp...