23.05.2013

"Boşluk yok bu âlemde!"

 
 
 
 
Duyduğu ürkütücü sesle gayriihtiyarî irkildi. Gördüğü manzara karşısında şaşırıp kaldı. Yaprak, bağlı olduğu daldan ayrılmış, yere doğru yol alıyordu. Dünyasını gürültüye boğan bu ayrılığın sesiydi. "Bu bir kopuş mu, yoksa doğuş mu?" dedi. Ne olacak bundan sonra diye düşünürken, diline, her zaman tekrar ettiği "Boşluk yok bu âlemde!" cümlesi takıldı.

Tomurcukken, etrafında pek çok yaprak görmüştü. Bir müddet sonra da dalların çiçeklerle süslendiğini… Yapraklar ve çiçekler, gün geçtikçe birbirlerinden ayrılmaz hâle gelmişlerdi. Yaşlı ağacın dallarında saadet içinde bahar nağmeleri söylüyorlardı. Enselerinde ayrılığın soğuk rüzgârlarını hissedene kadar sürmüştü bu şarkı.

O gün canı gibi sevdiği arkadaşlarının sağa sola itilip kakıldığını gördüğünde yaprak çılgına dönmüştü. Ağaca, neden çiçeklere sahip çıkmadığını sormuştu. Ağaçsa her şey normalmiş gibi tebessüm ederek şunları fısıldadı:


"Evlâdım, bu âlemde boşluk yok. Her şey bir plân çerçevesinde cereyan ediyor. Bütün olanlar, kader kitabının bir cümlesi, şiirinin bir mısrasıdır. Ben daha çekirdek iken, ileride hayat bulup ağaç olacağım yazılıydı. Biz başıboş sayılır mıyız sence? Beni emanet olarak bağrında taşıyan çekirdek, çürümeyi kabullenmeyip isyan etseydi, bugün sen ve ben baharın senfonisini dinleyebilir miydik? Biz bu zaman nehrinde küçücük köpükten başka bir şey değiliz. Bu hakikati kavrayanlar, küçüklükten kurtulup büyük olurken; yalanlarla kendilerini avutanlar, zilletleri sebebiyle gülünç duruma düşeceklerdir. Sen de gel bu gülünç durumu bırak ve hâdiseleri olgunlukla karşılayarak perde arkasındaki hikmetlerden lezzet al. Bir nehir ki akar Arş'tan durmadan / Yıkan sen de fırsatın kaybolmadan."
Yaprak, ağacın dediklerinden bir şey anlamasa da, birazcık teskin olduğunu hissetmişti. Havada uçuşan çiçeklerden birisi yaprağa çarptığında, arkadaşı yere düşmesin diye onu yakalamak istemişti. Lakin çiçek ondan kaçmış ve yaprak bu duruma hayretle bakakalmıştı. Bu kaybolup gitmede ne güzellik olabilir, diye düşünmüştü. Sorularına cevap bulmadan rahat edemiyordu. Bir müddet sonra, çiçeklerin terk edip gittiği yeri nazenin meyveler alınca hatasını ancak anlayabilmişti. Onlarla kurduğu dostluk sebebiyle, artık çiçeklerin yokluğunu hiç hatırlamıyordu.

Çiçeklerin vazifesinin meyvelere zemin hazırlamak olduğunu ve gitmelerinde ne büyük hikmetler bulunduğunu anlayınca ağaçtan özür dilemişti. Ağaç da her zamanki gibi olgunca davranmış, bilge ihtiyar edasıyla nasihat etmişti:

"Demek ki bu âlemde boşluk olmadığını anladın. Senin de buradan gideceğini bilmeni isterim. Ama sen daha güzel bir şey için gideceksin. Toprakta çürüdükten sonra, tekrar dirileceksin. Çürümek yokluk âlemine gitmek değildir, bilakis yeni bir hayata ayak basmak demektir. Bize bu kadar lütufta bulunan Merhameti Sonsuz, bizi yokluğa atmakla rahmetini kesmez."
Yaprak bir defa daha "Boşluk yok bu âlemde!" diyerek daldığı hatıralarından ayrıldı. Her gün meltemlerinde arkadaşlarıyla oynaştığı rüzgârın kollarında süzülüp duruyordu. Rüzgâr da onu çok severdi. O, her gelişinde üst başına bulaşmış kirleri temizlerdi. Yaprak içini kasıp kavuran ayrılık acısını dostuyla sarmaş dolaş olarak azaltmaya çalışıyordu. Rüzgâr onun bu üzüntüsünü anlayınca, kendisine her zaman iyilikte bulunan arkadaşının derdine ortak olmak istedi. Serin nefesiyle yaprağı yükseklere kaldırdı:

— Ne o dostum, üzgün görünüyorsun?
— Olan bitene bir itirazım veya bir isyanım yok, ama... Düşünüyorum da bu kadar büyük âlemde küçücük bir yaprağa kim önem verir ki?
Rüzgâr dostunu neşelendirmek için onu bir yukarı bir aşağı indirip duruyordu.
— Ah be dostum, sanki bu âlemde herkesin önemi bizatihi kendisinden midir ki, sen önemsizliğine üzülüyorsun. Kim değerliyse, bu değer ona bir lütuftur. Verilmişse öpüp başına koyacaksın. Bunu `Ben kazandım.` böbürlenmesi yanlış olduğu gibi, ben bir hiçim nankörlüğü de yanlıştır. Bak ne güzel elbiselerin ve vazifen var.
— Peki, sen neden zerreciklerimi bir bir temizliyordun? Neden bu kadar küçük zerrelerin, atomların önemi yok demiyordun?
— Ne bileyim, vazifem o idi ve ben de yapıyordum.
— Hah işte, sana o vazifeyi gördüren Zât, benim her zerremi her an biliyor ve yönetiyor demektir. Benim bütün zerreciklerim başıboş olsaydı ben onları bir yöne yürütüp esebilir miydim hiç? Benim minnacık zerrelerimi unutmuyorsa, senin gibi önemli işler gördürdüğü birini hiç unutmaz. Hadi gel seninle varlıklar arasındaki yardımlaşma zemzemesini dinlemeye çıkalım. Orada sorularına daha iyi cevap bulursun.

Rüzgâr yavaş yavaş solgunlaşan yaprağı yükseltip etraftaki canlıları seyrettirdi. Bitki ve ağaçlar meyveye durmanın telâşındaydılar. Şefkat denizinde yüzen varlıklar, birbirlerinin yardımına koşuşturuluyordu.

Yaprak bakışlarını kaldırıp, endamını şefkatle ısıtan güneşe bakmak istedi. En sevdiği şey, her sabah güneşle cilveleşmekti. Doğduğundan beri onun sıcak ikliminde mutlu bir hayat sürmüştü. Gece kaybolduğunda, sabaha kadar sabırsızlıkla onun geri gelmesini beklerdi. Güneşle vakit geçirdiği zaman ondan aldığı ışınlarla içindeki kirli havayı temizlerdi. Bu dostluktan doğan tertemiz nefes etraftaki herkese hayat azığı oluyordu.

Güneş, yaprağın, arkadaşı rüzgârla düşünceli bir şekilde gezdiğini görünce, onu daha bir şefkatle ısıtmaya başladı.

— Kardeşim, demek senin de vuslat vaktin geldi. Lakin düşüncelisin biraz. Bir meselen mi var?
— Rüzgâr bana onun her zerresinden haberdar olan birisinin olduğunu söyledi. O Zât`ın beni göreceğini ve kollayacağını bildirdi. Bunu bir türlü anlayamıyorum. Nasıl olur da benim gibi sayısız denebilecek yaprakları, hattâ onların zerrelerini bilsin ve yönetsin, ama birbirine karıştırmasın. Bu kadar karışık ve sayısız işlerin üstesinden nasıl geliyor bir türlü kavrayamıyorum.
— Ben de senin gibi bu âlemde misafirim. Herkes gibi sınırlı ve fânîyim. Vazifemse, yeryüzündeki herkesi ısıtmak ve ışıklandırmaktır biliyorsun. Ben bu vazifeyi yaparken sayısız yaprağı, ağacı.. kısacası herkesi ısıtıyorum. Lakin bu görevimi icra ettiğim zaman hiç kimse nazarımdan kaçmaz. Milyonlarca yaprağı ısıtmam seni ısıtmama mânî değildir. Seninle olan dostluğum başkalarının dostluğuna engel olmaz. Sen benden uzak olsan da, ben sana yakınım. Şimdi, ben bu vazifeyle yükümlüysem bu vazifeyi bana veren, bunun daha ötesini yapamaz mı? Hepimizin arasına bu kadar sevgi ve yardımlaşma kanununu koyan, sevmez ve merhamet etmez mi?

Yaprak, dostlarının, mantıklı açıklamalarla sorularını cevapladıkça kendisini fevkalâde mutlu hissediyordu. Artık akıbetinden korkmuyordu. Toprakta çürümeyi yokluğa atılmak, unutulmak gibi görmüyordu. İçinde yeni bir yolculuğa çıkmanın heyecanı kıpırdıyordu. Yolunu bekleyen bir sevgilinin aşkı beliriyordu içinde. Bir ân önce kavuşmak istiyordu. Yaprağın ruh hâlini anlayan rüzgâr, dostunu daha fazla yormamak için onu yavaş yavaş yere indirmeye başladı. Yaprak son defa ağaca ve dostlarına bakıp onlarla vedalaştı. Cismini her zerresi emir altında olan rüzgâra teslim etti. Dostunun başıboş olmadığını biliyordu. Onun götüreceği yerin kendisinin kaderi olduğuna inanıyordu.

Rüzgâr, yaprağı usulca toprak zemine indirdi. Son defa dostunu hafifçe okşayıp oradan ayrıldı. Yaprak, anne kucağını andıran güven ve sıcaklığı toprakta buldu. Kendisini fevkalâde güçsüz ve solgun hissediyordu. Sabırsızlıkla vücudunun parçalanıp toprağa karışmasını bekliyordu. Buğulu nazarlarla ölüp tekrar dirilip yüksekçe bir yerde durduğunu görüyor gibiydi. Güneş ve rüzgârdan sonra şimdi kendisini yalnız bırakmayan toprağı görünce, ağacın dediklerini daha iyi anlıyordu. Göremediği bir Zât'ın kendisinden her an haberdar olduğuna adı gibi emindi. Fer kalmayan dudaklarını güçlükle hareket ettirip, son defa
"Boşluk yok bu âlemde!"
dedi.
 
 
 
 Abdülgafur Neft ÇALALI / Deneme